Birer ikişer çekiliyorlar hayatımızın perdelerinden... Salkım saçak yıldızların ayağının dibine kurulan o güzelim açık hava sinemalarının çakıl taşlı bahçelerinde rengârenk simaları dalgalanan, dokunaklı sesleri yankılanan adamlar, kadınlar... Gazete kâğıdında tuzlu çekirdek ve içine leblebi atılmış Çamlıca gazozuna katık ettiğimiz hayal kahramanları...Kendi fukaralıklarının sancısını unutturan bir gayretle işportacı yetim kızın gözleri için para çalanlar,
...pavyonda kalbini kaptırdığı iyi yürekli konsomatrisin söylediği hazin şarkıyla kendini içkiye vuranlar,
...mutfağında çalıştıkları evin kızı, züppe damat adayını kovup sevdiği fakir gence kavuştu diye gözleri dolanlar,
...arkadaşına sıkılan kurşunun üzerine atlayıp dudağının kenarından kan sızarken, "Seni kurtardım ya" diye teselli bulanlar...
...zalim düşman askeri, kırbacı yere vurup "Hanginiz Kara Murat" diye sorduğunda hep birden "Benim" diye bir adım öne çıkanlar...
O güzelim siyah beyaz insanlar... .
..hayatımızın perdelerinden birer ikişer çekiliyorlar.
Bir dönem başucumuzdan eksik etmediğimiz ışıklı ahşap radyo,
...o radyoda bayram sabahları dinlemeye alışkın olduğumuz nihavent fasıl,
...evin arka bahçesinde bizi dallarıyla kucaklayan dut ağacı,
...saçımızı okşayarak leblebi tozu verip veresiye defterine yazan müşfik bakkal...
...camda siluetine âşık olduğumuz ve uykusuz gecelerde acemi şiirlere boğduğumuz mahcup kızlar...
...nasıl sessiz sedasız çekip gittiyse hayatımızdan, onların perdedeki akisleri de gösterişsiz kayan yıldızlar gibi yitip siliniveriyor hafızamızdan...
Bir huzurevinde kaderine terk ettiğimiz ve önceki gün 77 yaşında kaybettiğimiz Sami Hazinses onlardan biriydi.
İlgilenmedik ve yapayalnız, sefil bir ölüme yolladık onu da...
Ne tedavisi için bir zenginden para çalan çıktı,
...ne onun kimsesizliğinin kederiyle kendini içkiye vuran,
...ne de kendi yaşlılığı için biriktirdiği üç beş kuruşla ona ev alıp "Seni kurtardım ya" diye gururlanan...
Tersine, "Yaşıyor muydu ki zaten" diye şaşanlar oldu.
"Siyah beyaz yıllar"ımızın anıları, umutları ve vefasıyla birlikte çoktan hafızamıza gömmüştük onu... Geldiğimiz çağın gündelik hayatında ne Hulusi Kentmen gibi komiser kalmıştı, ne Necdet Tosun gibi aşçı, ne Vahi Öz gibi patron...
Belki asılları da hiç varolmamış, sadece hayal edilmişlerdi. Belki de gerçektiler ve o komiserler, o aşçılar, o patronlar ortadan kaybolunca, perdedeki akisleri de solmuş, asıllarıyla birlikte tarih olmuştu.
Belki ekran boyutunca küçülen zamane perdelerinde onları yeniden gördükçe içimizin sızlaması, biraz da yitirdiğimiz hassasiyetlerin canımızı acıtmasındandı.
Eski perdeleri silkeledikçe, nice önce oralarda yaşayıp giden, bir dönem ömrümüzün afişlerini süsleyen, feri sönmüş yıldızların tozu dökülüyordu hâlâ...
Şimdi her bir kayıpta, yıldızları sökülen yenik bir generale dönüşüyor Yeşilçam...
Bir dönem her nasılsa vizyonda kalmış iyiliği ve insanlığı da yitiriyor her kayan yıldızda...
Korkarım, yarın "Hanginiz Kara Murat" diye sorulduğunda, "Benim" diye öne çıkacak bir tek kişi bile kalmayacak ortalıkta...
Can Dündar / Milliyet
