"Bu filmler bir sürü yuva yıkmıştır"

Bir kadın, bir erkek ve bir yatağın film çekmek için yeterli olduğu bir dönem. 1974-1980 arası... Türk sinemasında seks filmleri furyası... Erkek oyuncu geç kalınca "Soyun, ben geliyorum" diyen yönetmenler, sette sigara paketinin üstüne yazılan senaryolar, örgü örerken bir ters bir yüz arasında "Ah... Ohh..." diye inleyen seslendirmeciler... Sansüre açık sahneleri kesilip biçilerek "edepli" gönderilen, sinemalarda ise bu kesilen "parça"larla gösterilen "parçalı filmler"... Kamera yerli oyuncuların bel altına inince yabancı pornolardan sahnelerin gösterilmeye başlandığı "döşeme filmler"... Kekremsi kokulu sinema salonları ve bu salonlara gideceklerin "Asla koltuklara oturma, sakın tuvalete gitme, altı kaymayan ayakkabı giy" diye uyarıldığı yıllar... Cihan Demirci "Araya Parça Giren Yıllar"ı yazdı.
-Siz ilk kez bir seks filmine annenizle birlikte gitmişsiniz.
-Evet, trajikomik bir şey. Fındıkzade'de oturuyorduk o zaman. Sene 1975 olmalı. Her cumartesi biz anne-oğul... O dönemler öyle bir moda vardı; herkes çocuğunu alır, cumartesi sinemaya giderdi. Biz de annemle komedi fimi diye girdik sinemaya. Filmin adı: "Hayret 17". Yönetmen: Osman F. Seden. Senaryo: Safa Önal. Bizi bu isimler yanıltmış olmalı. Bülent Kayabaş başroldeydi. Film gayet normal başladı. Derken erotik sahneler girince... Anneleri düşünün. Çığlıklar falan, çocuğunu kapan kendini dışarı attı.
16 yaşlarında içimize düştü bu filmler. Şöyle düşünün: Aradan 25 yıl geçti ama bugünün kuşağıyla bizim aramızda bir uçurum var. Aileden, okuldan cinsellikle ilgili hiçbir bilgi alamıyorduk. Bir kızla el ele tutuşamazsın, bir yere gidemezsin. Öyle bir ortam ve bu filmler..."
-Nasıl gidiliyordu bu filmlere? Yani ne bileyim ya biri görse...
-Komşuyla, öğretmenle, patronla, hatta babasıyla karşılaşabilir insan. O yüzden herkes oturduğu semte uzak sinemalara giderdi. Kapıda kuyruk olurdu. Kimse kimsenin yüzüne bakmazdı. Tüm başlar önde, siyah gözlük takanlar, yakalarını kaldıranlar...
-Evli erkekler? Bu filmlerdeki erkekler tüm kadınlara tecavüz ediyorlar ama o kadınlar nasıl istekli, nasıl memnunlar...
-Bugün bile, birkaç gün önce böyle bir haber gördüm, bir turist gülümsedi diye tecavüze uğramış. Açıkçası o dönemde bu filmlere giden erkeklerin karılarının epey çile çektiğini düşünüyorum.
-Filmden çıkan erkek kendini "Parçala Behçet" sanıyordur, karısını da Arzu Okay -o dönemdeki yaygın söyleyişle, Arzu Okey.
-Evet, o dönemde erkeklerin bir kısmı karılarından Arzu Okay gibi olmasını istedi ve bir sürü yuva bu yüzden yıkılmış olabilir, yıkılmıştır. Şimdi işin doğrusu, bu filmlerden cinsellik öğrenen kuşağın vaziyeti çok vahim oldu. Bu filmlerdeki seks çok kaba sabaydı. Öyle normal, birbirlerine aşık oluyorlar, el ele tutuşuyor, bir sohbet, bir ön sevişme yoktu. İki kişiyi bir yerde otururken görüyorsunuz, iki dakika sonra yatakta ve malum pozisyonlarda... "Kimi zararlı oldu diyor kimi de yararlı..."
Zerrin Egeliler, Zerrin Memeliler olmuştu; Arzu Okay'a Arzu Okey, Mine Mutlu'ya Mine Butlu denirdi. Behçet Nacar, 'Parçala Behçet'ti, Sermet Serdengeçti ise Sermet Sıradangeçti... Bu seks filmlerinde oynayan tiyatro kökenli erkek oyuncular yıllarca TV'ye çıktılar, hâlâ çıkıyorlar. Erkek oyuncular fazla etkilenmedi o dönemden. Bir furyayla yataklara girip oynadılar, geldi ve geçti. Yaşamlarına kaldıkları, pantolonlarını giydikleri yerden devam ettiler daha sonra. Etkilenenler 'hüznünüzle' o kadınlar oldu hep.
-"Bu kitabın temeli 1985 yılında, sizin Gümgüm dergisi için bu filmlerde oynayan kadınlarla yaptığınız röportajlara dayanıyor. Beş yıl önce sinemada izlediğiniz bu kadınlar, beş yıl sonra onlarla görüşmeye gittiğinizde ne durumdaydılar?
-Bir Alev Altın örneği var ki, içler acısıydı. Alev Altın zaten röportajdan bir sene kadar sonra kanserden öldü. Biz röportaj yaparken de kansermiş. Kurtuluş civarında bir eve gittik. Temizlikçi kadın kapıyı açtı zannettim ben ilk anda. Az kalsın "Alev hanım yok mu?" diyecektim, bir anda uyandım. Alev hanım işte o. Telefonlarla konuşuyor, borç-harç mevzuları, faturalarını ödeyemiyordu.
-Siz bu kitabı biraz da bu kadınlar için yazdığınızı söylüyorsunuz.
-Evet, bende bir hüzün yaratıyor o kadınlar. Kitabı yazma sebeplerimden biri de bu filmlerde oynayan o kadınlara duyduğum hüzünlü sevgi. Arzu Okay bizim kuşağın -benim de- aşık olduğu bir kadındı. Bizi çok etkiledi. Duruşu da çok farklıydı. Arzu Okay iş kadını oldu, Paris'te yaşıyor. Ama pek azı onun kadar şanslıydı.Çoğu kanserden öldü, biliyor musunuz? Feri Cansel öldürüldü. Mine Mutlu intihar etti. Ama o filmlerde oynayan erkek oyuncular bugün hâlâ sahnede, televizyonda sanatlarına devam ediyorlar. Bu filmlerin yararını bile görmüşlerdir belki. Ama o kadınların çoğu harcandı gitti. Normal filmlerde oynamak istediler ama oynayamadılar, şarkıcı olmaktan başka seçenekleri yoktu, sonrası malum, pavyon...
-Kitapta en çok adı geçen sinema Aksaray'daki Güneş Sineması galiba, değil mi?
-Belki 50 kere adı geçmiştir Güneş Sineması'nın. O sinemanın da kitabı yazılabilirdi bence, öyle bir yerdi. Anlatılanları duysanız, ki ben de yaşamıştım, bir süre sonra terk ettik orayı zaten, gidilecek hali kalmamıştı. İzbe, pis... Yer gösterici terörü vardı bir de. Bilete yakın para alırlardı sizden, beğenmezlerse içeri sokmazlardı, oturacak yer falan da göstermezlerdi. Seyirci nasıldı?Bu iki film birden, üç film birden sinemalarda bir süre sonra "devamlı matine" diye bir şey başladı. Kapıda bağırırlardı: "Devamlıı, devamlıı"...
Hep aynı filmler gün boyu aralıksız döner dururdu. Sabah 11.00'de girip gece 20.00-21.00'de çıkanlar vardı. Bunlar genelde o dönemde 50 yaşın üstünde olan emeklilerdi. En önde otururlardı. Ben bastonla gelenleri bile görmüştüm.
Bir de "parçacılar" varmış...Tabii, onlar kapıda beklerlerdi. Yer gösterici "Beyler, şanzıman giriyor" deyince, o dışarıda sigara içenler salona hücum ederdi. Beş dakikalık parçayı izler, yine dışarı çıkarlardı. Parça gecikince "Makinist, parça istiyoruz" diye bağırırdı seyirci. Bir de normal seyirci diyebileceğimiz, o üç filmi arka arkaya izleyip çıkan vardı.

Tuba Akyol / Milliyet