Daha Dün Gibi...

Herkes Erbakan'a aynı soruyu soruyordu "Mini etek yasaklanacak mı?"... Hoca gülümsüyor ve "Canım seçim öncesi bi­raz şaka yapmıştık" diyordu.Onların istediği şey, giyim kuşamın gelenek­lere uygun olmasıydı. Bu da yasakla değil, eği­timle, telkinle olacaktı. 4 karı meselesine gelin­ce buna da herhalde en başta Erbakan'ın eşi karşı çıkardı.
Doğrusu hafiften bir panik havası esiyordu. Erbakan, kimsenin beklemediği kadar yüksek bir oy almıştı. Kimileri ordunun nabzını tutma­ya çalışıyor, kimileri Hoca'nın kiminle koa­lisyon kurabileceği ko­nusunda tahmin yürütü­yordu. Seçim sonrası Ankara'da hava pusluy­du.
Aylardan Ekim'di. 1973 yılıydı.
İnsan, yaşadığı günün telaşından kafasını biraz çıkarıp, ülkeye şöyle kuşbakışı bakınca ne il­ginç şeyler gözlemliyor.
Yukarıdaki olaylar olduğunda ben ilkokul 5. sınıftaydım. Seçimler 14 Ekim sabahı yapıla­caktı. Erbakan her konuşmasına "14 ekim sa­bahı iktidardayız inşallah" diye başlıyordu. AP'liler Hoca'yı yıpratmak için, eskiden sekre­teri olan karısının bir zamanlar mini etekli ol­duğu söylentisini yayıyorlar, Erbakan'ın pap­yon taktığı nikah fotoğraflarını dağıtıyorlardı.
Seçimlere "Yeni CHP" sloganıyla giren Ecevit'in grafiği hızla yükseliyordu. Seçmenler "Partisini sevmem ama oyumu Ecevit'e verece­ğim" diyorlardı.
Sonra sandıklar açıldı ve hiçbir partinin tek başına iktidar olamayacağı anlaşıldı. Koalisyon kaçınılmazdı. Demirel hemen, o her yenilginin değişmez tesbitini yaptı: "Milletimiz bize mu­halefet görevi vermiştir."
Ecevit'in partisi yüzde 33 oyla birinci, Erbakan'ın partisi yüzde 12 oyla üçüncü olmuştu. Ve kimselerin aklına bile getirmek istemedikleri seçeneği ilk kez bir anayasa profesörü ortaya attı: Mümtaz Soysal, "Koalisyonu CHP ile MSP kurmalı" dedi. Ecevit'le Erbakan'ın eko­nomik görüşlerinin birbirine yakınlığına dikkat çekti. "Peki Erbakan'lı bir koalisyon orduda ra­hatsızlık yaratmaz mı" sorusuna ise şu yanıtı verdi: "Asıl MSP'nin gerisindeki potansiyel, hü­kümet dışında kalırsa şeriata kayma tehlikesi başgösterir."
Başta herkes şaka gibi gelen seçenek giderek akla yatmaya başladı. Ecevit, "Koalisyon konusunda önyargımız yok" diyordu. AP’nin yaşlı kurdu ihsan Sabri Çağlayangil, "Mini ete­ğin boyunda anlaşırlarsa bu koalisyon mümkün olur" diyerek yara kaşıyordu. Herkes bu koalis­yonun Ortak Pazar'la (Avrupa Topluluğu'na o zamanlar böyle deniyordu) ilişkileri nasıl etki­leyeceğini merak ediyordu. Ordunun nabzını en iyi tutan gazetecilerden Mehmet Ali Kışlalı, "Erbakan, seçim meydanlarında halkın kulağı­na fısıldananlardan hangilerine iktidarda sahip çıkabileceğini çabuk öğrenmek zorundadır" di­ye yazıyordu. Bir AP milletvekili, "Erbakan, şimdi iktidara ortak olmazsa gelecek seçimde hepimizi siler süpürür" diye görüş bildiriyordu. Erbakan, mal bildirimi yapmasını isteyen gaze­tecilere "Kanunlar mal beyanının nereye yapa­cağını belirtmiştir" diye kaçamak bir yanıt veri­yordu.
Sonunda rejim krize girer gibi oldu. Geçici bir hükümet kuruldu. Koalisyon pazarlıkları tam 3.5 ay sürdü ve Ecevit'le Erbakan, hükü­meti birlikte kurmaya karar verdiler. Bu kara­rın arkasında CHP'li genç bir kurmayın imzası vardı:
Deniz Baykal...
Baykal, başarısının karşılığında Maliye Baka­nı oldu.
Siz de bütün bunları okurken, Mahşerin Dört Atlısı filminin yeni bir versiyonunu eski oyun­cularla yeniden izler gibi oluyor musunuz? Ta­rihin "tekerrür"de bunca ısrarlı olması sizi de şaşırtıyor mu? Türk siyaset sahnesinin temel aktörlerinin ve "öcü"lerinin çeyrek asırda hiç değişmemiş olması, rejimin tutarlılığını mı gös­teriyor, kısırlığını mı?
İsterseniz gündemin demirbaşlığı konusunda bütün suçu politikacılara yıkmadan, gözlerimi­zi bu "eski" tablonun başka köşelerine de çevi­relim:
Koalisyon pazarlıkları sürerken, Çetin Altan, bir yazısından dolayı cezaevinde yatıyordu. Uluslararası Af Örgütü "Türkiye'de işkence" başlıklı geniş bir rapor yayınlıyordu. Ecevit, kontrgerilla üzerindeki örtünün kalkmasını is­tiyordu. Kadınlar, Meclis'e ancak 9 parlamen­ter sokabildiklerinden dertliydiler. Ajda Pekkan, bir haftalık eşinden boşanmak için dava açmıştı. Yıldız Kenter'in estetik ameliyatı san­sasyona yol açmıştı. Yaşar Kemal'in "Nobel Edebiyat Ödülü'nü alamaması sağ basında se­vinç yaratmıştı. MiT'in Ecevit'in telefonlarını dinlediği iddiası ortalığı kasıp kavuruyordu. Maliye Bakanı Baykal, fiyatları bir yıl içinde düşürmeyi vaadediyordu. TRT’de Erkan Yolaç "Evet-Hayır" oyunu oynatıyordu. Denktaş, Kıbrıs'ta Türkleri zor günlerin beklediğini söy­lüyordu. Yankı Dergisi, yazıişlerine katılan Hıncal Uluç adlı bir yazarı okurlarına tanıtıyor­du. Vehbi Koç'un hayat hikayesini anlatan ki­tap çok satıyordu. Film eleştirmenleri James Bond'un son filminde biraz duygusallaştığını yazıyorlardı. Apartman topuk ayakkabılar mo­da oluyordu. Ahlâk Zabıtası, Feri Cansel'i kilotsuz sahneye çıktığı için mahkemeye sevkediyordu.
Çeyrek asır önceydi.
Ben ilkokul 5. sınıftaydım.
Daha dün gibiydi.

Can Dündar/Milliyet