Hay Dedemin Köse Sakalı!

Şimdikiler, "kırmızı urbalılar"ı tanımazlar. Oysa bizim can düşmanımızdı onlar. Üzerinde "GR" yazan sivri kırmızı şapkaları ve süngülü tüfekleriyle Britanya'dan Amerika'yı işgale gelmişlerdi. Suratsız ve acımasız insanlardı. İçki sat­tıkları yerlileri vatanseverlere karşı kışkırtır, kıtaya yayıl­mak için her türlü melaneti yaparlardı. Ve biz -çok üstümüze vazifeymiş gibi- kırmızı urbalılara karşı "vatanseverler"i desterlerdik.Vatanperverliğimiz Amerikan patentliydi. Çünkü kahramanızın adı Çelik Blek'ti...
Avcıların lideri, dostları Profesör ve Rodi ile kırmızı urbalılara kök söktürdükçe keyiflenir, İngiliz askerleri­nin her yenilgisinde "Yaşasın Amerika" diye bağırırdık.Hep yanımızda iki arkadaş gezdirmeye özen gösterirdik. Çün­kü avcıların reisi Teksas gibi, Nevada Rangerleri'nin yüzbaşısı Tom Miks'in de, Ontorio Gölü kıyısında kale kurmuş milliyetçi kurtların lideri Kaptan Swing'in de ikişer dostları vardı.
Zagor'cular Çiko benzeri bir tosunla gezerlerdi.Sokağa çıktığımızda kapıları "toc - toc" diye vurur, içerdekile­rin "kanun namına" kapıyı açmalarını is­ter, çıkmazlarsa sopadan tüfekleri­mizle "zıp, zıp" diye ateş ederdik. "Smack" veya "pack" diye yumruk attık mı karşıdan genellikle bir "ouck" sesi çıkardı. Dostlarımız şaşırınca"Hay bin kunduz" veya "Hay dedemin köse sa­kalı" gibi tuhaf nidalar fı­sıldar, düşmanlarımız vuru­lunca "Kahr..." diye bağırırlardı. Bunun anlamını bilmez, ama okulda duy­duğumuz "kahrolasıca" benzeri bir küfür olduğunu tahmin eder­dik. Asıl sözcüğün "Kahretsin" olduğunu öğrenebilmemiz için 20 yıl geçmesi ve Amerikan dizilerinden televizyonlara tercüme ya­panların Türkçeyi kahretmeleri gerekecekti.Böyle garip sesler çıkarsalar da iyi çocuklardı, bize pek yabancı gibi gelmezlerdi.
Zorda kalmadıkça kimseyi öldürmez, hep kötü­lere karşı iyilerin safında yeralır, her tür tehlikeye karşı cesaretle öne atılırlardı. Düşman hep kalleşçe arkadan vurur, gözüne top­rak atar, tuzak kurar, ama onlar bir yolunu bulup kurtulur ve bizi iyilerin zaferiyle taçlanan mutlu sonlara sürüklerlerdi.İçkileri sigaraları yoktu. Doktor'la Konyakçı, her gittikleri yer­de ilk gördükleri "Saloon Bar"a dalıp konyak içmeye koyulsalar da 18'lik Yüzbaşı Tom sütten şaşmazdı. Ben Teksas'ın elinde bir gün olsun sigara görmedim. Zagor taş uçlu baltasıyla saldırıya geç­tiğinde "Aahhyaakk" diye tuhaf çığlıklar atsa da ağzından hiç kötü söz çıkmazdı.
Hepsi erkekti, ama erkekliklerini asla ortaya koy­mazlardı. Mahcup çocuklardı. Kulver Kalesi'nin komutanı Albay Brown'ın kızı Suzi, Tom Miks'e ne zaman evlilikten söz açsa, bi­zim Yüzbaşı, yanaklarına kara kalem taramalar şeklinde yansıyan utangaçlık emareleri gösterip, oradan sıvışıverirdi.Buna karşın "bizimkiler," yani Tarkan ve Karaoğlan gibiler, yanlarında arkadaş filan gezdirmez, kurtlarıyla dolaşır, iyi döğüşür, hem testiden şarap içer, hem de genellikle düşman komutan­larının kızlarını buldular mı "Allah yaratmış" demezlerdi. Herhal­de daha gerçek tiplerdi. Ama geç kalmışlardı.
Onlar geldiğinde il­kokul zulalarına çoktan Teksas - Tom Miks'ler yerleşmişti.Yıllar sonra bu kez Amerikalılar kırmızı urbalar giyip, uzak di­yarları işgale başladılar ve bu kez oralarda "vatanseverler," "Kah­rolsun Amerika" diye bağırır oldular. Ama yine çok geçti.Çünkü biz artık Amerikan dilinde yumruk atıp, küfür etmeyi öğrenmiştik. Öyle ki, ilk kez İngiltere'ye gidip de Buckingham Sarayı önünde kırmızı urbalıları görünce bir an, "iki smack atsam mı" diye dü­şünmüştüm. Ama silahları yoktu ve oldukça sevimli görünüyorlar­dı.
Asıl şaşkınlığı ise bu kış Ontorio'ya giden eşimin dönüşünde yaşadım. Orada herkese Kaptan Swing'i sormuş; kimseler tanıma­mış. Ontorio kurtlarını, Kaptan Swing'i, Gamlı Baykuş'u, Mister Blöfü ve uyuz it Puik'i sadece oralarda yaşayan Türkler hatırlıyorlarmış. Ancak bölgede onlara ait hiçbir ize rast­lamamışlar.Sonra öğrendik ki, Amerikan özgürlük ha­reketini yücelten bütün çizgiromanlar Amerika'da hiç yayınlanmazmış ve çoğunlukla İtalyanlarca çizilip, Avrupa'da ve Ortado­ğu'da pazarlanırmış. Yani biz, onların kıtasını işgal edenlere, yıl­lardır onlar yerine öfkelenir dururmuşuz.60'larda doğanlar, çeyrek asır boyunca bu kahramanlarla büyüdüler. Bizim saçlarımızda gümüş teller belirirken, Yüzbaşı Tom, 25 yıl önceki halinden hiçbir şey kaybetmedi. Ama ne çare ki devir de­ğişmişti. Tozlu bozkırlarda at binip süt içenlerin, hızlı silah çekip sı­kı yumruk atanların müşterisi kalmamıştı.
Tay Yayınları, geçen ay Tom Miks - Teksas türü çizgi romanları artık yayınlamayacağını açıklayarak "kahramanlar döneminin sonu"nu ilan etti. Yeni bebe­ler, artık bilgisayarlarının ekranında kendi yönettikleri savaşlara komuta ediyor, sahte kahramanlara gerek duymuyorlardı.Herkesin bir kahraman olduğu çağın kapısı aralanırken, ben de eski kahramanlarımı arşiv sandığımın bir köşesine yerleştirdim.
İlerde bizim torunlar, kendi dillerinde küfredip, kendi dillerinde tepki göstermeyi öğrenirlerse, dedelerinin ders kitaplarının arası­na gizlenen bu çizgiromanlardaki "Vay dedemin köse sakalı" tü­ründen nidalarını okuyup, epey eğlenecekler herhalde...
Ama o zaman, ne süt içen mahcup kahramanlar kalmış olacak, ne de ka­lede oturup Yüzbaşı yolu gözleyen komutan kızları...

Can Dündar / Milliyet