Aslında yaşlanmıyoruz.Vallahi. Tamam, kırışıklar, sarkmalar, kilolar şunlar bunlar oluyor. Fakat insan kendini günde bilmemkaç defa aynada gördüğünden midir, yani yaşlılık bir nevi alıştıra alıştıra geldiğinden midir durumun pek de farkında olunmuyor.Bir kılıf da bulunuyor zaten...‘Dün hiç uyumadım da...’‘Yorgunluktan...’‘Sporu ihmal ettim...’‘Saçlardaki kırların yaşla bir ilgisi yok ki.’Zaten sözünü ettiğim şey fiziksel yaşlanma değil. ‘Kimse kendini yaşlı hissetmiyor’ demek istiyorum. Ama etraf habire kafanıza kakıyor bunu. Durmadan hatırlatıyor.
İnsan hayatını mevsimlere bölmüşler. O mevsimlere uygun davranmanızı istiyorlar. Sonbaharda ilkbaharı yaşamaya kalkarsanız uyarıyorlar. ‘Hop! Dur bakalım!’ demiyorlar belki ama bir şekilde hissettiriyorlar çizginin dışına çıktığınızı.Oysa 65 yaşında Barbi’li tokayla saçlarınızı toplamak isteyebilirsiniz...45 yaşında üniversiteye başlamak...70 yaşında kıpkırmızı bir manto giymek...50 yaşında doğurmak...
Ama isteyemezsiniz.Tuhaf kaçar. Alay konusu olursunuz. Gazetelere geçersiniz.Her yaşa göre biçilmiş roller vardır. Alternatif roller icat etmeye kalkarsanız ‘deli’ gözüyle bakarlar. Uçuk, çılgın, çatlak...Aslında herkes uçuk, çılgın ve çatlaktır biraz. Ama toplumu hiçe saymak cesaret ister. Çoğumuzda yok o.
Artık kahverengi çağınızdaysanız çingene pembesini unutacaksınız.İstemeseniz de çizilmiş yoldan yürüyeceksiniz.Yaşınızın gerektirdiği durumları yaşamak zorundasınız.‘40’ından sonra azanı teneşir paklar’ denmiş, düşünün artık.‘Azmak’tan kastettikleri şey de ‘azmak’ olsa hakikaten... Áşık olmaya da ‘azmak’ diyorlar.Her neyse bastıracaksınız 40’tan sonra...Gündeminizde artık durmuş oturmuşluk var.
Diyeceğim aslında yaşlanmıyoruz, yaşlandırılıyoruz.
Yazılmamış kurallarla, sözlerle, bakışlarla...
Zorla, mecburen...
Kime ne faydası olduğunu bir anlasam bu ‘yaşının bilincinde olma hali’nin...
Hayır, isteyen yaşlansın, bir itirazım yok.
Ama bırakalım istemeyen yaşlanmasın.
Pakize Suda/Hürriyet