Hey sen!


Büyük kızım arkadaşıyla çoktan ön taraflara sızmıştı. Sahneyi görebilmek çok zordu ve o gece oradaki binlerce kişi arasında yaş ortalamasını biraz düşürmeye de adanmış küçük kızım için sahne tamamen kayıptı. Omuzlarımın üstüne aldığımda onu, onları ilk dinleyip sevdiğim yaşımdan daha küçük, şarkıların sözlerini doğru dürüst anlayıp daha da çok sevdiğim yaşımdan çok çok küçüktü.Omuzlarıma ve belime ise, "Güneş aynı güneş, fakat sen daha yaşlısın... Her solukta bir gün daha yakınsın ölüme" diyordu ya adam, çok büyük, çok ağır gelmişti. Kızlarımla o şarkıları aynı "Arena" da neredeyse aynı çağda hissedebilmek inanılmaz mutlu etti ve çok şaşırttı beni.30-35 yıllık bir süreydi aramızdaki mesafe ve Roger Waters'ın bir o kadar eskiden yepyeni taşıdığı "Pink Floyd" parçaları mesafeyi yok etmişti. "Bizim kuşaklar" bir yana, etraftaki çok çok genç için de öyleydi ve bir çoğu sözleri "ezberden" söylüyordu. Çok iyi müzik olduğu için, salt o nedenle de sevebilirdiniz elbette.Bir kelimesini dahi anlamadan. Evrensel kılan bir yanı buydu. Yahut, eğitiminiz, diliniz, ezberiniz müsaitse, sözlere "kafadan" da katılabilirdiniz.
Ama, bir takım adamlar, gitarlar ve sesler, bir 30-40 yıldan bu yana, kuşakları ve sınırları da aşarak insanları yakalamışsa "Boyun eğme dövüşmeden... Hey sen... Yoldaki... Her söylenene boyun eğen... Bana yardım edebilir misin?" diye sorduğunda, sadece sallanan bir poponuz değil, bir cevabınız da olabilmeliydi. "Hey sen... Hiçbir zaman umut olmadığını söyleme bana...Birlikte ayaktayız... Bölündük mü yıkılırız" dediğinde, kendinizden hakikaten geçmişseniz bir de, ayakta kalmak için birbirini itip kakmaktan daha farklı bir birlikte ayakta olabilme derdiniz de olabilmeliydi. Ne bileyim "Günaydın onurlu solucanlar... Egemen güçler gösterecek ki... Önünüzde duran bu suçlu... Yakalandı insanüstü duygular hissederken suçüstü" diye bir "Duruşma" yı anlattığında, siz o sırada keyiflenmişseniz, vicdanınızda solucanlaşmaya direnç, aklınızda "egemen ve güç" üstüne bir fikir, yüreğinizde en azından "insan duygular" da "suçüstü" yakalanacaktı. "Hepsi hepsi duvarda bir tuğla" defalarca tekrarlandı mı, gözünün önünden geçmişin geçecekti ve aklından bugün, bir de kalbinden yarın.
Nakarata her katılışında, nice ezber nakaratın içindeki tuğla hayatınla, nice çarkın bir tarafında dişli olmanla, nice makinede vidalaşmanla, bir başka vidayı sıkmak üzere somunlaşmanla, somunu kavrayan bir anahtar oluşunla, anahtarı tutan el olabilmek için kıvranışınla, alçalarak, alçaltılarak un ufak edilişinle, nice tahakküm sistemine gönüllü veya zoraki katılışınla, tekrar tekrar boyun eğmenle, eğdirmenle de yüzleşecektin. Doğduktan hemen sonra babasını hiç göremeden savaşta kaybetmiş bir çocuğun, gitar çalacak, beste yapacak, söz yazacak, şarkı söyleyecekse "savaş karşıtı" olmasını doğal karşılasan da, şu 62 yaşında dahi "duvarlara karşı" duruşuna şapka çıkaracaktın.
Ve hiç birimiz birbirimize benzemek zorunda değiliz ama, "Ayın Karanlık Yüzü" üstüne düşen şu tefekküre, herhangi bir gün, bir saniye olsun, katılacaktın: "Bir gün gerçeği sorgulamaya başladım. Nafile şekilde dünyevi şeylerin kavgasına düşmüş olmak, kendimizi, birbirimizi, evreni anlamak için gideceğimiz yolun üzerini nasıl da örtmüş, gizlemişti. Halbuki, bunları anlayarak, insanlık için hayatı daha doyurucu hale getirebilirdik. "Dark side of the moon" ve albümlerin çoğu bunu anlatır."
İşte öyle çocuğum. Artık omzumdan inebilir, kendi sorularınla, kendi sözlerinle, kendi sesinle, kendi yoluna gidebilirsin.Yine, "Birlikte ayakta" olmak gerektiğinde, daha ölmedik, buradayız.

Umur Talu/Sabah