Söz yazarı, bas gitarist ve Pink Floyd'un kurucusu Roger Waters'a atfedilen 'Pink Floyd'un Yaratıcı Dehası' tamlaması, 20 Haziran gecesi verilen ve İstanbul Boğazı'nın ta içine bir garip akıntılı düğüm olup oturan konserinden önce, kentte ve internet üzerindeki bir çok afiş ve bültenle karşımızdaydı. Ama gözümüzün önünde, gözümüzde tuz, yüreğimizde kir bırakmayan mevzubahis 'konser' ve Waters'in bizatihi kendisi, herşeyi, kendimizi, hayatı, hatta Waters'i ve evreni bile yeniden değerlendirmemize yol açtı. Çünkü 'deha nedir' tanımayan Waters bizi 'Ay'ın Karanlık Yüzü'ne götürdü. Dünyanın derdine yeniden düşürdü. Waters'in gece boyu yansıttığı politikliği ve farkındalık tezahürü, akustik bir basın toplantısına dönüşen konseriyle 'naklen' birleşince, (nedense bir kısım müzikseverce sadece Floyd'a özgü olduğu varsayılan) bazı yaratıcı nüvelerin de, bir süs, çiğ kelime köftesi ya da fason sol sloganlardan ibaret olmadığı görüldü; Waters'in yokluğu söz konusu olduğunda Pink Floyd'da akan 'sular'ın neden durabileceği, 'bas bas' ispat edildi. Evet bunu söylemek zor, evet bahane yok ve evet, başım göğe ermiyor, ama bu konser David Gilmour'a, daha doğrusu kendi rızasıyla 'Bir Adada' olmayı tercih eden ve öğrendiğim kadarıyla 'Antik tiyatro' olmazsa Türkiye'ye konsere gelmem diyen bir ustanın da yokluğuna 'rağmen' yaşandı. Bana göre epey Antik bir tutumdu bu. Mazeretti. Yoksa, 'Daha fazla mazeret yok' neonu altında Wa-ters'la Live 8'de çalan, David Gilmour değil miydi? Neyse ki Kuruçeşme Arena'da buluşan dinleyicilerin bir çoğu, bu deneyimin sıradan bir konserden ibaret olmadığını zaten biliyordu. Belki bu yüzden, politik geçeceği her halinden belli konser evvelinde, kalabalığın arasından bir avuç İranlı rocksever ortaya çıktı; ve ülkelerinin üç renkli bayraklarını gururla, hırsla, özgürce barkovizyonda salındırdı, alkışlarla kendilerini ortaya koydu. Garipti tabii. Roger Waters'in de deyimi ile 'weird' bir durumdu bu. Pink Floyd tarafından 1973 yılında yayımlanan 'Ayın Karanlık Yüzü' (Dark Side Of The Moon) albüm turnesi bünyesinde, Kuruçeşme Are-na'daki performansıyla 10 üzerinden 10 bin alkış alan 10 kişilik ekibiyle sahneye çıkan Waters'in, köklerine ne derece sahip çıktığının akustik beyannamesiydi. istanbul Kültür Sanat Vakfı, Beşiktaş Kültür Merkezi, Garanti Bankası ve Beşiktaş Belediyesi'nin katkılarıyla izleyebildiğimiz Waters ve ekibi, enternasyonalist, antimilitarist, hümanist ve özgürlükçü dünya görüşünü, en az iki nesli içeren hayran kitlesine gözyaşları ve 'yoldaşlık' duyguları arasında, çığlık çığlığa imzalattı. İnsanlık atmosferinin o anki rutubeti, birçok burnu sızlattı, Tüm 'Boğaz trafiği'ni kilitledi. Herkes avazı çıktığınca yemin eder gibiydi. Savaşa karşı aldığı cepheden, 'çocukları eve' çağırdı Waters. Tony'le, Bush'la, Reagan'la, Mao'yla, Sta-lin'le, o dandik kabuktan ibaret tarihle, tekrar tekrar, nota nota hesaplaştı. Örneğin, konserdeki The Fletcher Memorial Home' şarkısının videosu, loş, boş ve duvarları yazılarla dolu bir evde geçiyordu. Duvarlarında Saddam ve Bin Ladin de dahil olmak üzere, birçok liderin yırtık resimlerinin olduğu bir evde geçen videonun bu bölümündeki 'özdeyişler'in bir kısmı ise, şöyle idi: "I just want you to know that, when we talk about war, we're really talking about peace. - Şunu bilmenizi istiyorum ki, savaştan bahsettiğimiz zaman aslında barıştan bahsediyoruz." (G.W.Bush); "Sometimes Democracy must be bathed in blood" /"Demokrasi, bazen barışla yıkanmalıdır." (Augusto Pinochet); ya da "Death solves problems, no man, no problem/Ölüm sorunları çözer, adam yoksa, sorun da yok..." (Josef Stalin). Roger Waters konseri bundan ibaret değildi elbette, üstat uyurgezer, insan suretli kentli koyunları, 'Sheep' parçası ile tek tek yüzümüze, kâbus gibi saydı. Kulağımıza çaldı. Sonra, yoklama yapıp bize 'orada olup olmadığımızı' sordu Waters, ve tüm sorularının yanıtlarını da, gece sonrası kısılan seslerden, yorgun gırtlaklardan, nemli yanaklardan anlaşıldığı kadarıyla büyük bir zevk ve tatminkârlıkla aldı. Waters, önceki gece saat 21.33'ten, geceyarısı 00.15'e kadar, 30 bine yakın kulağın birinden girdi, ama ne girişti ya; konserinden sonra, birçok dinleyicinin ömrünün sonuna kadar o kulaklardan çıkabilecek miydi, bakın orası gayet tartışmalıydı. Sanatçıya 'low gitar'da Andy Fairweather, gitarda Snowy White, yine gitar ve vokallerde Dave Kilminster, davulda Graham Broad, klavyede Jon Carin, Hammond orgunda Harry Waters, saksofonda Ian Ritchie ve geri vokallerde Katie Kissoon, PP Arnold ve Carol Kenyon eşlik etti. Ekip öylesine başarılıydı ki, Pink Floyd grubunun ruhunu gençlik enerjisiyle emen topluluktaki her kişi başına, sanırız 15'er alkış düşüyordu. Konser, başlangıçta The Wall'un 1984 tütsülü 'çekiçli' logosu eteğinde, kıvılcımlarla harlayan 'In The Flesh' ve 'Mother' gibi klasik başyapıtlarla izleyiciyi ayağa kaldırırken, bu parçaları 'Set The Controls For The Heart Of The Sun' ve Syd Barrett ruhunun çağrıldığı 'Shine On You Crazy Diamond' gibi cevherler izledi. 'Have a Cigar'da ise zaten, herkes keder ve zevkini çoktan burun deliklerinden tellendirmekteydi zaten. Hatta bir ara herkes yekyürek, 'O'nun, Syd'in de orada olması dileğini, hep bir ağızdan, 'Wish You Were Here' diye diye nağmeye vurmakla meşguldü... Waters'in, müziği zorlamayan, adeta rakının yanında su mahiyetinde zerket-tiği görüntülere ise diyecek yoktu. Sanatçı konserinde Kubrick'in 2001 Uzay Destanı filmi ve 1972 yılında kozmosa yollanan 'Gezgin' / 'Voyager' uzay aracına göndermeler yaptığı kadar, 2004 tarihli Internet doğumlu muhalif eseri 'Leaving Beirut'un sunumuyla da herkesi kendine odaklamaya muvaffak oldu. Sanatçının çizgi roman karakteri olarak, 17'sinde, Ortadoğu'da yaşadığı ve bugünkü politik duruşunun tohumlarını atan bir otostop girişiminden hareketle anlattığı otobiyografik eseri 'Leaving Beirut' ise, sözleriyle Waters'in niçin basın toplantılarını basın mensuplarıyla değil de, izleyicisiyle yaptığını delillendiriyordu. Waters'in akreditasyon koşulu, araya kimseyi koymayan söz ve müzikten ibaretti galiba. Şarkısının sonunda, Waters 'Bu hikâye nasıl bitti?' diye bir soru daha sordu.
Tam bu arada yeri geldi, farkeden, farketti: Gökte Ay'dan eser yoktu.
Hani, 'tıpkı o şarkıdaki gibi.
Evrim Altuğ