Müzik sistemimin omurgasını "lambalı" aletler oluşturuyor. Ses yükselticim ve bakır uçlu kolonlarıma sesi dağıtan sistemim lambalı. Gül ağacından bir kasa içindeler. Lambaları ısındığında kendimi uçak pistinde zannediyorum, zaten eski tip radarlarda kullanılan lambalar bunlar.Ancak kaset ve CD çalarım ile radyom dijital.Hepsi bir arada, çelik ve camdan yapılmış bir gökdelen ile ahşap bir yalı yan yana gelmiş gibi duruyorlar.
Rahmetli babam "ileride mühendis olacak" diye müsamaha etmeseydi, radyom ve pikabım da "ahşap yalı" gibi olabilirdi.Evdeki şahane ahşap kasalı radyoları, pikapları bir tornavida yardımı ile dağıtmayı bildim ama bir daha toplamayı hiç başaramadım. Hep bazı parçalar dışarıda kaldı.Belki de gerçekten mühendis olmalıydım. Ikea'dan aldığım "şeylerde" bile malzeme artıyor ama "şeyler" fonksiyonlarını ifa etmeye devam edebiliyorlar.
Radyo dağıttığım o güzel günleri hatırlamama, dün gece Bodrum'a gelmem neden oldu.Küba'da yemek yerken, muazzam eski radyo ve pikap koleksiyonuna bir kez daha hayranlıkla baktım.Onları sevip okşadım.Lambalı Grundig'in önünde otururken Yassıada duruşmalarını heyecanla takip eden, Salim Başol'un taklidini yapıp herkesi güldüren sıska, "dört göz" çocuk yeniden karşıma çıktı.Rüzgárlı Tepeler'i, Sefiller'i okumadan önce o radyolardan dinledim. Çift kişilikli sapık Norman ile o radyolarda tanıştım, gece tuvalete yalnız kalkamaz oldum.
Küba'nın "antika" radyolarına bakarken sokakları portakal çiçeği kokan Antalya'yı özlediğimi fark ettim. Ama en çok da babam ile anneannemi özlemişim, burnumun direği bunu hatırlattı bana."Eski radyolar gibi çatıya saklanmış aşk" şarkısını mırıldandım.
Hepsini çatıdan çıkarmaya karar verdim!
Mehmet Y.Yılmaz / Hürriyet