Öyle Bir Geçer Zaman Ki ...




Onu ekranda her görüşümde, annemin eteğini tutmuş, imbat limonata gibi üfürürken, Kahramanlar’daki açık hava sinemasına yürür halde buluyorum kendimi…
Kurulurduk çivisi kıçımıza batan tahta sandalyelere,
çıt çıt çıt, ahali koro halinde çıtlarken, ağabeyim koşa koşa dandik kasalarla buza oturtulmuş gazozları kapıp gelirdi, ki, ışıklar sönerdi.
“Anneciğim, sana ilaç getiricem melek yüzlü anneciğim” derdi köh köhöksüren veremli anasına Ömercik..
.
Burnumuzun direği sızlardı. Babam,elini sağ arka cebine atar, ütülenmiş mendilini uzatırdı, ki, validedarmadağın… Sokağa çıktığımda Ayşecik’i aranırdım iyi mi, belki bizim mahallede oturuyordur diye… Hele o, alamadığı balonlara iç çekerek bakakalan, karnı zil çalarken simidini sokak köpeğiyle paylaşan Sezercik… Cız ederdi yüreğimiz.
*
Budur Osman.
*
Siyah-beyaz ama, aslında rengârenk günlerimizin çoook gerilerde kaldığını düşünüp, öyle bir geçer zaman ki diye hayıflanırken, piti piti boyuyla gelip oturma
odamıza kurulan, insanüstü yeteneğe sahip kahraman… Ve, sinemayı bitirdiğini düşündüğümüz televizyonunun, miladıdır Osman.
Gitti mi, gelmiyor bi daha çünkü Ayhan Işık. Nerde Sadri Alışık? Hollywood’un bile yok Vahi Öz’ü… Azgın hizmetçi Mürüvvet Sim, tonton aşçı Necdet Tosun, şapşal uşak Cevat Kurtuluş, ropdöşambrlı kalantor Hulusi Kentmen, şoför Nubar Terziyan, karaktersiz ebe Aliye Rona, vicdansız adam Erol Taş, kombinezonlu kötü kadın Suzan Avcı, kumarhaneci Kenan Pars, nerde? Kuzu budunu hartss diye ısıran Danyal Topatan’ı ara ki bulasın…
Elbette birbirinden başarılı sanatçılarımız var ama, televizyon denilen hızar anında biçiyor, istersen 500 reytingal, kalıcı olamıyor. Osman ise, yıktı geçti bu
duvarı, kalıcı… Milat demem ondan… Kucağımdayken bizzat şahit oldum, konuşurken beş yaşındaki bebiş,fotoğraf çekilecek dendiğinde, Oscar’lı aktör…
Saçları gazetecilikte ağarttım, böyle bi şey görmedim.
Osman ekrana çıkacak diye, memlekette sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş gibi olması ondan.
.. Annem,reklamlarda bile tuvalete gitmemek için, maazallah başlar maşlar, salı günleri su bile içmiyor! Gırgır olsun, meşgul edeyim diye, dizi başladıktan sonra telefon ediyorum, açmıyor… Uranüs dünyaya çarpsa, diziden sonra haberi olacak.
Delikanlının hasosu Mete, aşkını paraya satan Aylin, biraderi mutlu olsun diye hicranlara gark olan fabrikatör Soner, tekerlekli sandalyede boynuzlandığını anlayınca kör olması muhtemel biraderi, Hüseyin Baradan formatındaki bıçkın şoförü, melankolik kodaman Balıkçı, bacaklarına baktığımız öğretmenlerimizden İnci hoca, Polyanna Berrin, idealist Ahmet, şıllık Karolin, fıştıkçı yenge, yavşak amca, fingirdek kuzen, eli öpülesi cennetlik babaanne… Siyah-beyaz yıllarımıza götürmekle kalmadı. Televizyondan yıldız yarattı.
Yoksul ama mutlu “file dönemi”nin çocuklarıyız biz… Osman’ın hepimize tanıdık ve koşuşturmayla büyürken ruhumuzda açtığımız yaralara merhem gibi gelmesi ondan.


Yılmaz Özdil