Eurovision: Hayatım film şeridi!

Yeni yetmeliğim ve gençliğim Eurovision Şarkı Yarışması'na göz ucuyla bakıp burun kıvırmakla geçmişti.Çünkü el âlemin hoşuna gideceğiz diye hoşumuza hiç gitmeyen şarkılar yapıp her seferinde boyumuzun ölçüsünü alışımız yetmiyormuş gibi bir de öteki şarkıları dinlemek vardı.Almanların feci ötesi yarışma parçalarını, türlü şaklabanlıklar yapan Belçikalıları, nasırlı ses telleriyle sanki hep aynı şarkıyı söyleyen İtalyanları dinlemek basbayağı ıstıraptı.

Fakat şu da bir gerçekti ki, dananın kuyruğunun koptuğu puanlama bölümünün heyecanına diyecek yoktu!
O sırada Bülent Özveren'in sesine yerleşen "haksızlığa uğramışlığın kırgınlığını" taşıyan titreşimler bizim de içimizi titretirdi.O bölümü severdim! Sonuçlar açıklandıktan sonra da odama gidip Led Zeppelin plağı koyar, kulaklarımı "temizler"dim...
Sonra upuzun bir dönem Eurovision'un adını bile anmadık, yarışma geceleri TRT'yi bir kez bile açmadık.Sertab Erener "uyuyan geyiği" uyandırıncaya kadar!..
Milletçe Eurovision'a yeniden takılmaya başladık ki, olacak şey değil! Hani her gece Eurovision olsa, değmeyin keyfimize!
Durum benim için de aynı.İnsan işte; yıllar boyu çok şeye burun kıvırır, sonra gün gelir hasretinden sızlanır...Geçen cumartesi akşamı evden çıkmaya dair bütün planlarımı iptal ettim.Neymiş? Eruovision 50. yılında özel bir gece düzenliyormuş. 14 şarkı bu kutlama çerçevesinde 50 yılın en iyi şarkısı olmak için yarışacakmış...
Kaçar mı? Hemen ekranın karşısına geçtim...Benimle aynı kuşaktan tanıdıklarıma da kısa mesaj gönderdim: "Aman TRT'de Eurovision'u kaçırmayın, hayatımız film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçer belki!"
Ne yalan söyleyeyim, hayatımın bir bölümü film şeridi olup gözümün önünden geçti de...İlk hoş sürpriz France Gall'di.10 - 11 yaşlarındaydım. Kadıköy'de French-American'dan aldığım müzik-gençlik dergilerinden tanımış, nedense artık, pek beğenmiştim Gall'i.Copains dergisinin içinden çıkan bir kartpostalını (üzerinde tenis kıyafeti vardı, bugün gibi hatırlıyorum) okul ceketimin içinde taşımaya başlamıştım da, babam bir gün bunu fark etmiş, fena azarlamıştı.

Meğer France Gall "Poupée de cire poupée de son" adlı şarkısıyla 1965 yılında Lüksemburg adına yarışmış ve kazanmış.Onun tatlı dudak kıvrımlarını, derin gözlerini siyah beyaz görüntülerde izleyip yumuşak, sütlü sesini dinlemek çok iyi geldi bana.

Bir başka hoş sürpriz de zamanında Türkiye'yi kapı komşusu yapıp, TRT ekranlarında olur olmaz karşımıza çıkması içimize fenalık veren Anne Marie David'in sahneye gelmesi ve olgun güzelliğinin içimizi ferahlatmasıydı...Hele biraz Akdenizli çokça da bizim Kadıköylü kadınlara özgü bir hareketle elini göğsünün tam üstüne koyup hafifçe vurarak konuşması yok muydu!..

Derken eski Eurovision görüntüleri bir bir arzı endam etmeye başlayınca anladım ki, Almanlar gerçekten de korkunç şarkıcılar, feci şarkılar göndermişler yarışmalara...Portekiz, Azucar Moreno hariç İspanya, Yugoslavya, Belçika, hele hele Hollanda şarkıları bizimkilerden kat be kat kötüymüş...
Anladım ki, Çetin Alp ve "Opera"sı bu kadar eleştiriyi hak etmemiş; rahmetli Alp'i gereksiz yere üzmüşüz... 50. Yıl gecesinin görüntülerini seçenler bile yarışma tarihinde onca berbat yarışma parçası varken ona sıra gelmeyeceğini anlamışlar ki, şarkılar ve şarkıcılarla dalga geçtikleri bölümlere "Opera"yı koymamışlar.
Sertab Erener sahnede çok iyiydi, hatta biraz rahatsız bir rahatlık içindeydi. Ama şarkısının çok çabuk eskidiğini; nakaratları hariç albenisini kaybettiğini hissetmemek imkânsızdı. 50 yılın en iyi şarkısı seçilen Abba'nın kulak tırmalayıcı Waterloo'suna gelince...Ne diyeyim? Beni uzun yıllar popüler müzikten bucak bucak kaçırtanlardan biri Boney M ise öteki Abba'dır!

Bu topluluğun kitleler üzerindeki sihrini hiç çözemedim.Semiyologların, popüler müzik üzerine çalışan sosyologların bu konuyu açıklayan çalışmaları varsa, bilmek isterim.
Sonuçta, bende azıcık Alzheimer'a yakalandığım (yoksa yakalanan TRT miydi?) havası yaratsa da gecem güzel geçmişti.Uykuya dalmışım kanepede.
Rüyamda bir de San Remo yarışmasını görmez miyim? Al Bano-Romina Power çifti falan..
Sarsılarak uyandım.

Haşmet Babaoğlu / Vatan