
Gerçek böyle değil miydi? Siyah-beyaz Türk filmlerindeki tipler, hepsi birer bilim kurgu romanından perdeye mi yansımıştı ?
Ne çok şey öğrenmişiz biz onlardan. Şimdi farkına varıyoruz. Onları, gerçek hayatımızın aynasıyken, kafamızdaki sanal hayata feda ettik.
Geçmişle bugün birleşiyor onlarda, nostalji aldatmaca bir kavram.Herkes onları seyrediyor, zamanında kadrini bilmediğimiz Türk filmleri.Sinema seven bir arkadaşımın yargısı birden bana yeni bir yorum kapısı açıyor:
Ne güzel günlermiş. Onları seyrederken mutlu oluyorum, içimde umut yeşeriyor, karamsarlıktan kurtuluyorum. Sadri Alışık'ın bir filmini sıkılmadan seyrettim. Biri bana, seyreder misin, diye sorsaydı cevabım hayır olurdu.'
Siyah-beyaz Türk filmleri bizi bizle barıştırıyor. Hepimizin hayatında onların yeri olduğunu geç de olsa öğreniyoruz.Bizi kendi kendimize yabancılaştıran o sahte verniği onlar kazıyor.Arkadaşımın dediği gibi, güzel günler miydi, yoksa sinemamız bize umut mu aşılıyordu? Yapay mıydı? Hayır.
Belgin Doruk'un, Çolpan İlhan'ın, Ayhan Işık'ın, Sadri Alışık'ın rolleri bizi aydınlığa götürürlerdi.Onların insana olağanüstü olumlu enerji yüklediklerini bugün hissediyoruz.
Türk filmleri; soyut bir dünyanın ürünleri değildi, o zamanın toplumunun değerlerini yansıtıyordu. İnsanın insana güvendiği, mahalle denilen güvenli kale içine sığınabileceğini göstermişti.
En önemlisi ve etkileyicisi, oradaki kahramanların hiç biri bencil değildi.
Siyah beyaz filmler belki de düşlerimizin uçsuz bucaksız ülkesiydi. Çünkü rengi kendimiz hayal eder, kendimiz yakıştırırdık.
Yazımı Hüseyin Alemdar'ın bizi zengin çağrışımlara götüren SineMasum şiirinden bir kaç dizeyle noktalamak istiyorum:
'Biz Ş'si mutlu ötesi mutsuz o üç harfiz seninle/günlerimiz dökülmüş an'larımız sımsıkı Yalnızlar Rıhtımı/ Çolpan ile Sadri ki, giderek iki uzak güzelleme ellerimizdeah,birkaç tebessümüm senden, hadi arama gir suflörümle!'
Doğan Hızlan / Hürriyet