Altı yaşındaki kızım bile arada bir "Ah, nerede o eski günler," demeye başladı.
Eskiye özlem, insan doğasının bir parçası olmalı.
Ama iki nedenle 'nostalji muhabbetini' sevmiyorum: Birincisi, ihtiyarlara özgü bir şey durmadan geçmişi anıp durmak.
İhtiyarlık da (kaç yaşında olursam olayım) kendimi koymak istediğim bir kategori değil. İkincisi, bir perspektif yanılgısıyla, önyargıyla veya koşullanmayla her şeyi olduğundan başka anımsayıp değerlendirmek mümkün. O riske girmek istemiyorum.
Buna rağmen, sık sık kendime sormadan edemiyorum: Bu kadar geliştik, ilerledik, zenginleştik, çağdaşlaştık, çoğaldık, büyüdük, güçlendik, askeri deyişle imkân ve kabiliyetlerimiz arttı... Bunlar kuşkusuz ki çok iyi, kimse karşı çıkamaz. Ama bütün bu olanlar neye yaradı?
Toplumu, ekonomiyi ve devleti daha güçlü ve etkin kılmış olabilir, ama bütün bu olup bitenler bireyi daha mutlu kıldı mı?
İşte bu noktada ciddi kuşkularım var. Boşanmaların, intiharların, cinayetlerin, uyuşturucu ve alkol tüketiminin, stresin, ruhi bunalımların arttığı, insanların gittikçe yalnızlaştığı ve soyutlandığı bir dünya yaratmadık mı?
Eskiden daha fakirdik elbette.Sık sık yeni giysiler alamazdık. Patiskadan don giyerdik.
Eski giysiler ters-yüz edilir gene giyilirdi.
Pantolonların paçaları ve gömleklerin yakaları, yenleri kaç kez yenilenirdi, ayakkabılar kaç kez pençelenirdi. Eski kazakların yünleri sökülür, yeni kazaklarda kullanılırdı.Ama bundan dolayı insanların mutsuz olduğunu
anımsamıyorum.
Kalorifer yoktu, mangal yakar, sıkıca giyinir, ellerimizi ovuştururken dereden tepeden sohbet ederdik.
Buzdolabı yoktu. Yiyecekler teld olapta saklanırdı. Sıcak öğle saatlerinde biraz soğuk su içmek isterseniz, kentlerde buz fabrikasına gidip bir parça buz almanız, eve taşımanız gerekirdi. Köylerde, yaylalarda 'karlıklar'dan kar getirilip satılırdı. Karpuzlar, üzümler pınarlarda soğutulurdu. Ama kimse buzdolabı olmadığı için mutsuz değildi.
Otomobiller yok denecek kadar azdı. Bir sokaktan bütün gün geçen otomobil sayısı ikiyi üçü geçmezdi. O nedenle de bol bol yürürdük, bisiklete binerdik. Şimdiki gibi doktorların "Aman yürüyüş yapın," önerilerinde bulunmalarına pek gerek kalmazdı. Muhtemelen kalp hastalıkları daha azdı. En kötü olasılıkla faytona biner, keyifli bir yolculuk yapardınız.
Kentler küçük olduğu için ulaşım sorunu çok daha azdı.Tabii ki fakirliğe methiye düzmenin bir âlemi yok.
Ama toplumda 'ilerleme' adına gerçekleşen değişiklikler insan mutluluğu açısından ne getirdi, ne sağladı, insanlar bütün bu olup bitenlerden sonra daha mı mutlu, işte bu soruyu sormanın gerekli ve yararlı olduğunu düşünüyorum.
Eğer bunca 'terakki' sonuçta daha mutlu insanlar yaratamadıysa, bu çabalar niye?
Acaba bizim 'terakki' sandığımız şeyde mi bir yanlışlık var?
Yoksa bütün bunlar, "Ahh nerede o eski günler," sendromu mu?
Türker Alkan / Radikal