
Gölbaşı, 70, Site, Kerem, As ve niceleri okulla ev arasındaki yolboyuna dizilir, en alımlı kadınlarıyla "3 film birden", "devamlı" içeri çağırırlardı. Birbirinden yüzünü gizlemeye çalışan yüzlerce erkeğin doldurduğu salonlar, ter ve küf kokardı. Sahnede bir perde dolusu kadın sahte iniltilerle kıvranırken yer göstericinin fener ışığı arsızca sıraların arasında dolaşır, salonun mahremiyetini bozardı.
Adalet Bakanı Şevket Kazan (ergenler dede olacak, O hep öyle kalacak) "müstehcen"e karşı bayrak açmıştı. O yüzden sinemalar da baskınlara karşı önlem almışlardı. Artık filmlerden "sakıncalı" bölümler kesilip ayıklanıyor, "temiz" kalan kısımlar birarada gösterildikten sonra tam filmin ortasında, önceden kesilen parçalar birarada perdeye getiriliyordu. Jargonda bu bölümün adı "parça"ydı. "Parça", en beklenmedik anda, ikinci bir motor sesiyle birlikte devreye girer ve izleyicilere takriben 5 dakikalık bir "şölen" sunup perdeden çekilirdi. O 5 dakika için sinemayı dolduran yüzlerce erkek, "Parça başlıyor" uyarısıyla salona koşuşur, gizli bir anlaşma varmışcasına suskun, gözlerini perdeden yayılan ışıktaki kadının çıplaklığına dikip gençlik ateşlerini sefil bir koltukta söndürmeye çalışırlardı.
Perdedeki kadının adı "Arzu" olurdu çoğunlukla... Koltuktakilerle, perdedeki arasındaki ilişkiyi en iyi bu sözcük tanımlardı.
O, kraliçeydi.
Yatak arkadaşı bazen Behçet Nacar olurdu, bazen Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman ya da Aydemir Akbaş... O, partnerinin kimliğine aldırmaksızın her filmde inanılmaz bir ihtirasla sevişir, adeta koltuktakilere yatak dersi verirdi.
Ancak koltuktakiler, sinemanın dışına çıktıklarında hayatın "arzu"suz aktığını görürlerdi. Ergen bedenlerin çoğu, gerçek yaşamda 'Ayıkla beni Hüsnü" diye inleyen kadınlar olmadığını, nice ilişkinin şamarını yiyerek öğrendiler.
"Hüsnü"lerin çoğu ise o dönemle hesaplaşmadan, yeni rollerle çıktılar karşımıza... Ama hangi role girseler biz onları "ayıklama işlemi'ndeki halleriyle hatırladık ne yazık ki...
"Kraliçe"ye gelince...
Ergenliğimin perdelerindeki kadın, yıllar sonra dostum Nebil Özgentürk'ün bir söyleşisinde çıktı karşıma ve kanımı donduran bir cümleyle hesaplaştı mazisiyle:
"Bazı şeyleri kaloriferli evlerde oturmak için yaptık. Keşke Bilge Olgaç da seks filmi çekseydi de ölmeseydi. Çünkü zavallı Bilge sobalı evinde çıkan bir yangında yaşamını kaybetti".
İşte o "Arzu" Okay var bu gece atv'de...
Nebil Özgentürk, yazılarındaki sıcaklığı bir süredir ekrana taşıyor ve her bölümde bize "Bir Yudum İnsan"ın yaşamından lezzetli birer yudum sunuyor.
Bu geceden itibaren de "geceyarısı kuşağı”nın çileli belgeselcileri arasına katılıyor.
Soyunmayıp, düşünmeyi tercih edenlerin cehennem ateşlerinde yandığı bir dünyada Nebil'e ve belgesellerine "Hoşgeldiniz" diyor ve merakla ekran başına geçiyoruz.
...kaybolan ergenliğimizle buluşmak için...
Can Dündar/Milliyet