Arzu dolu bir gece

Çocuk yaştaydık. Cinsellik, okul sıraları arasında elden ele gezen birkaç fotoğraf, evin en gizli köşesinde bir dergi ve en çok da, okulu çevreleyen sinemaların afişlerindeki kadınlardı; cömertçe soyunan, şehvetle bakan, tutkuyla sarılan kadınlar...60'ların başlarında doğmuş olanları tam ergenlik çağında yakalamıştı Türk sineması­nın ünlü seks komedileri... Ne ondan önce öyle bir dönem olmuştu, ne de sonra ola­caktı. Adeta 60'ların başlarında doğmuş olanların ergenlikleri için "özel bir gösterim" yapıp çekilmişlerdi piyasadan...
Gölbaşı, 70, Site, Kerem, As ve niceleri okulla ev arasındaki yolboyuna dizilir, en alımlı kadınlarıyla "3 film birden", "devamlı" içeri çağırırlardı. Birbirinden yüzünü gizle­meye çalışan yüzlerce erkeğin doldurduğu salonlar, ter ve küf kokardı. Sahnede bir per­de dolusu kadın sahte iniltilerle kıvranırken yer göstericinin fener ışığı arsızca sıraların arasında dolaşır, salonun mahremiyetini bo­zardı.
Adalet Bakanı Şevket Kazan (ergenler de­de olacak, O hep öyle kalacak) "müstehcen"e karşı bayrak açmıştı. O yüzden sine­malar da baskınlara karşı önlem almışlardı. Artık filmlerden "sakıncalı" bölümler kesilip ayıklanıyor, "temiz" kalan kısımlar birarada gösterildikten sonra tam filmin ortasında, önceden kesilen parçalar birarada perdeye getiriliyordu. Jargonda bu bölümün adı "parça"ydı. "Parça", en beklenmedik anda, ikinci bir motor sesiyle birlikte devreye girer ve izleyicilere takriben 5 dakikalık bir "şölen" sunup perdeden çekilirdi. O 5 dakika için si­nemayı dolduran yüzlerce erkek, "Parça başlıyor" uyarısıyla salona koşuşur, gizli bir anlaşma varmışcasına suskun, gözlerini per­deden yayılan ışıktaki kadının çıplaklığına di­kip gençlik ateşlerini sefil bir koltukta sön­dürmeye çalışırlardı.
Perdedeki kadının adı "Arzu" olurdu ço­ğunlukla... Koltuktakilerle, perdedeki arasın­daki ilişkiyi en iyi bu sözcük tanımlardı.
O, kraliçeydi.
Yatak arkadaşı bazen Behçet Nacar olur­du, bazen Ali Poyrazoğlu, Hadi Çaman ya da Aydemir Akbaş... O, partnerinin kimliği­ne aldırmaksızın her filmde inanılmaz bir ih­tirasla sevişir, adeta koltuktakilere yatak der­si verirdi.
Ancak koltuktakiler, sinemanın dışına çık­tıklarında hayatın "arzu"suz aktığını görürler­di. Ergen bedenlerin çoğu, gerçek yaşamda 'Ayıkla beni Hüsnü" diye inleyen kadınlar ol­madığını, nice ilişkinin şamarını yiyerek öğ­rendiler.
"Hüsnü"lerin çoğu ise o dönemle hesap­laşmadan, yeni rollerle çıktılar karşımıza... Ama hangi role girseler biz onları "ayıklama işlemi'ndeki halleriyle hatırladık ne yazık ki...
"Kraliçe"ye gelince...
Ergenliğimin perdelerindeki kadın, yıllar sonra dostum Nebil Özgentürk'ün bir söyle­şisinde çıktı karşıma ve kanımı donduran bir cümleyle hesaplaştı mazisiyle:
"Bazı şeyleri kaloriferli evlerde oturmak için yaptık. Keşke Bilge Olgaç da seks filmi çekseydi de ölmeseydi. Çünkü zavallı Bilge sobalı evinde çıkan bir yangında yaşamını kaybetti".
İşte o "Arzu" Okay var bu gece atv'de...
Nebil Özgentürk, yazılarındaki sıcaklığı bir süredir ekrana taşıyor ve her bölümde bize "Bir Yudum İnsan"ın yaşamından lezzetli bi­rer yudum sunuyor.
Bu geceden itibaren de "geceyarısı kuşağı”nın çileli belgeselcileri arasına katılıyor.
Soyunmayıp, düşünmeyi tercih edenlerin cehennem ateşlerinde yandığı bir dünyada Nebil'e ve belgesellerine "Hoşgeldiniz" diyor ve merakla ekran başına geçiyoruz.
...kaybolan ergenliğimizle buluşmak için...

Can Dündar/Milliyet