Kalender

15 yaşlarındaydım sanırım... Bir arkadaşımın evinde terasa çıkar, portatif pikabı ayarlar ve sesi sonuna kadar açardık. Sonra sert, kararlı, gırtlağını duygularının emrine vermiş bir erkek sesi haykırmaya başlardı.. "Aldırma be kalender bu da geçer/Geçer ama deler de geçer." Bir mahpushane sarkışıydı aslında. Bizlere gelince... Bir eli yağda, öteki eli bal börek ailelerinde yeniyetmelerdik... Neden durmadan bu şarkıyı dinlerdik, şimdi hatırlıyamıyorum.
Sanırım şarkıcının "aldırma be kalender bu da geçer" deyişindeki eşsiz vurgu bizim ergen hüzünlerimizi ve sıkıntılarımızı bile kucaklayacak kadar etkiliydi!..
Cem Karaca'nın sesine ve müziğine ilk o terasta dinleyip durduğumuz "Kalender" şarkısıyla derinden bağlanmıştım.Sonra yıllar geçti.
Bugün onun müziğini dikkatle izleyenlerin bile pek yakından bilmediği muazzam "Şeyh Bedrettin Destanı" yorumuyla, "Kavga"sıyla, "Parka"sıyla kendimizi sokaklara attığımız günler geldi. Ama o yıllarda bile içimizdeki ayrı ve asla kamuya açılmamış kanalda "Resimdeki Gözyaşları" ve "Bu Son Olsun" alttan alta "çalmaya" devam ediyordu. İnsan "Bu Son Olsun" şarkısını bir kez dinlemişse nasıl unutabilirdi ki? "Bugün sen çok gençsin yavrum/Hayat ümit neşe dolu/Mutlu günler vaat ediyor/Sana yaşam ömür boyu/Ne yalnızlık ne de yalan üzmesin seni/Doğarken ağladı insan bu son olsun bu son."
Şimdi en çok kendime kırgınım. Çünkü arkadaşlarımın son aylarda "Yahu Cem Baba şurada çıkıyor, gidip dinleyelim" sözlerine "Tabii mutlak gidelim" deyip bir türlü gidemeyişimize, onu son kez ve son şarkılarıyla sahnedeyken dinleyemeyişime kırgınım.
Belki de hüzünlü yeniyetmelik, öfkeli gençlik yıllarımın onu dinlerken üzerime çullanacağından korkmuşumdur.
Belki de onu sahnede dinlerken, sürgünden ülkesine döndükten sonra "yarım porsiyon aydınlarımızın ona çektirdiklerini hatırlayıp kahrolmaktan kaçmışımdır.

Haşmet Babaoğlu - 'Hayat mahpushanesinden "kalender" geçti!' yazısından