
Şakası yapılabilen yağmurlardan, tekerlemelere konu olabilen mutedil "sel"lerden de eser yok artık...Aslında yağmur da yok artık! Yaşadığımıza yağmur mu denir!Bin bir türlü şehir rezilliği var.Her seferinde perişan olan insanların bu şehirde, bu ülkede yaşadıklarına lanet okuyuşları var.O "bereket'e, o "rahmet"e ne oldu Yarabbim?..Her sağanağı tufan kılan bu "gelişme" gerçekten bir "medeniyet"e tekabül edebilir mi?
Özlüyorum...Pencerenin tülünü kaldırıp bahçeye bakan dedemin gözlerini ışıldatan yağmurları özlüyorum.Sanki beklenen sevgili tam o anda bahçe kapısını açıp girmek üzereymiş gibi, yüzü aydınlanırdı...Özlüyorum; kalın yapraklı bitkileri hamama girmiş tas tas su dökünen insanlara çeviren, ortalığı mis gibi kokutan yağmurları özlüyorum.
Kadıköy, Beyoğlu, Maçka, Fatih semtlerine ve binalarına bambaşka bir ışık katan sonbahar yağmurlarını özlüyorum.Üniversite çağımdayken birkaç arkadaş Süleymaniye'nin avlusunda yakalandığımız sağanağı özlüyorum. Saçak altına sığınıp o muhteşem yapının yağmurla daha da yücelip gökyüzüyle bir oluşunu hayretle izlediğimiz o günü özlüyorum.Sonra kendimi iliklerime kadar ıslanmaya bıraktığım günü bile özlüyorum. Delikanlıydım, kalbim kırıktı, umutsuzluğumun en koyu noktasına vardığı günlerden bir gündü.Şemsiyesiz, yağmurluksuz Kızıltoprak'tan Göztepe İstasyonuna kadar, bir berber dükkânından "dur be delikanlı, şurada azıcık kurulan!" çağrısına da aldırmadan, içten içe ağlayarak yürümüştüm. İstanbul'un şimdiki yağmurlarına bakıyorum da o yağmuru bile, öyle ıslanmayı bile özlüyorum...
Necip Fazıl'ın müthiş şiiri "Yağmur" da anlattığı gibi "cinlerin beynimde yaptığı düğün"leri andıran sağanakları bile özlüyorum.Beni aşkların kapısına götürüp bırakan yağmurları bir de...Kaçtığım, sığındığım bütün yağmurları özlüyorum...
Otel odalarını yalnızlığın kalesi kılan, nereye gitsek peşimizden gelen depresyon dalgalarını andıran, kahvehaneleri rutubet kokulu, sinemaları arkadaş kılan yağmurları...Hepsini özlüyorum.
Nereye gitti o yağmurlar? Şimdikiler neyin nesi?
Haşmet Babaoğlu/Vatan