Yaşlandım mı ne?

Geçen hafta iki tuhaf tecrübe yaşadım. Ve her iki olay da, moralimi fena halde bozdu, kafamı uzunca bir süre meşgul etti. İlki, çarşamba akşamı CNN Türk'teki canlı yayın sonrası gittiğimiz bir Ankara barında başıma geldi bu olayların. 'Dining Room' isimli bu lokanta-bar, epeydir Ankara'nın gözde mekânları arasında. Biz gece 11.00'den sonra oraya ulaştığımızda yemek masaları ağır ağır kalkıyordu, barsa henüz tenhaydı. Ama aradan yarım saat-kırk beş dakika geçmişti ki, başka lokantalarda yiyenler buranın barına gelmeye başladı. Gelenler arasında tanıdıklar da vardı, tanımadıklar da. Kapıdan giren üç-dört kişilik grup, esas olarak Sedat Ergin'in tanıdıklarıydı, yanımıza geldiler, Sedat'la merhabalaştılar. Sedat, medeni bir insan olduğu için bizleri de tanıştırmaya başladı. Gruptaki gençlerden biri, bana dönüp "Biz tanışıyoruz zaten" dedi. Epeydir sürmenajvari hafıza boşluklarından şikâyetçiyim ama karşımdaki 24-25 yaşlarındaki insanı tanımıyordum. "Nerede tanıştık acaba" diye sordum, "Ooo" dedi, "Siz bilmemkimin arkadaşıydınız, o da benim annemin yakın arkadaşıdır, bir sefer sizinle tanışmıştım."
Evet, karşımdaki genç insan, benim bir arkadaşımın yaşıtının çocuğuydu ve ben onu bundan 9-10 yıl önce, henüz küçük bir çocukken görmüştüm. Annesini de tanıyordum. İnsana yaşlandığını hissettirmenin daha iyi bir yolu olmasa gerek. Bir zamanlar, bir dostun cenazesinde karşılaştığım bir arkadaşım, "Artık biz de cenazelerde karşılaşanlar kuşağından olduk" demişti ve ben bu sözün anlamını kavrayamamıştım. Şimdi kavradım!
İkinci olay, perşembe gecesi bir arkadaşımın doğum günü için evinde verdiği partide başıma geldi. Belki beş-altı yıldır görmediğim eski bir çalışma arkadaşımla karşılaştım. Bir zamanlar gecemiz gündüzümüz birlikte geçerdi, sonra araya bu uzun boşluk girdi. Onu ilk gördüğümde aklımdan 'Ne kadar da yaşlanmış' cümlesi geçti, ama söylemedim. Hayır, kibarlığımdan değil, gözlerinden onun da benim için aynı cümleyi aklından geçirmekte olduğunu sezdiğimden söylemedim. Evet, insana yaşlandığını hissettirmenin diğer en iyi yolu da bu herhalde: Uzun zamandır görmediğiniz arkadaşlarınızla, akrabalarınızla karşılaşmak!
Kendi kendime gençliği hep 'insanın yaratıcı beyin enerjisinin tükenmemesi' diye tarif ederdim. Ama gelin görün ki son birkaç aydır, bir zamanlar kendiliğinden aklıma gelip giden kimisi komik kimisi değil binlerce fikir, artık bir zorlama olmadan akmıyor. Korkuyorum ki, bir süre sonra zorlansa bile yeni fikirler gelmemeye başlayacak, ot kafalı, hiçbir şeyden zevk almayan, hiçbir şeyle dalga geçemeyen bir adama dönüşeceğim. Etrafımdakiler, içine girdiğim bu ruh hali için "40 yaş bunalımındasın, korkma geçer" diyorlar ve ben de onlara inanmak istiyorum.
İstiyorum ki, aklıma ha bire limon satma, New York'ta muhallebici açma gibi fikirler getiren, beni her şeyden bıkkınlığa sürükleyen bu ruh halinden bir an önce çıkayım. Ne tuhaf, birisi için bir arkadaşıma "Abi o 35 yaşında yaşlı bir adam" dediğim günü dün gibi hatırlıyorum. Ve bugün 38 yaşındayım. Demek o yıllar, 35 yaş ulaşılmaz uzaklıkta yaşlanma yıllarıymış.
Daha birkaç yıl önce Hasan Cemal kendini 'orta yaşlı' diye tanımlayınca bu köşede "55 yaş orta yaşsa, mesela 40 yaş nedir? Gençlik mi? Peki 40 gençlikse, mesela 25 yaş nedir?" diye sormuştum utanmadan.
Halbuki geçenlerde, kendini 52 yaşında emekliye ayıran bir tanıdık için 'Neden emekli olmuş, daha çok gençmiş' derken kendimi yakaladım.
Eh, o gençse, ben daha çocuk sayılırım.

İsmet Berkan/Radikal