Ahu Tuğba

Ahu Tuğba, sadece saç modeliyle bile tüm seksenlerin özeti olabilecek bir ikondu. O da sarışın ve alabildiğine seksiydi. O vakitler seksi olmanın yollarından biri de hafif dişlek olmak ve peltek konuşmaktı sanırım. Ajda'dan Nükhet'e herkesin ön dişleri ağzından dışarı fırlayacak gibi durur, kameralara poz verirken, alt dudak muhakkak damağa yapıştırılarak dişlek görünümü kazanılırdı. Ahu'nun ağız yapısı doğal olarak öyleydi ve bu durum ona baştan seksilik kazandırıyordu. Yanı sıra şahane bir vücudu vardı ve o sağ olsun, vücudunu bizden hiç esirgemiyordu. Yeşilçam'ın dört yapraklı yoncasının ne kadar katı kuralı varsa Ahu hepsini yıkmış, filmlerde soyunmuş, dökünmüş, öpüşmüş ve hatta yatağa da girmişti. Her ne kadar sevişme sahnelerinde sadece omuz hizasında çekim yapılır ve halvet hali izleyiciye mimiklerle aksettirilirse de, zaman zaman genel planda Ahu Tuğba'nın bacaklarını ve omuz dekoltesini görebilme şansımız olurdu. Olay vuku bulduktan sonra yatakta yan yana yatarken görüntülenirlerse, üzerilerine örttükleri nevresim, erkek oyuncunun göbek hizasına kadar inse de, Ahu Tuğba'nın mutlaka göğüs hizasında kalırdı. Tabi her şeye rağmen afro saçları ve abartılı makyajı da asla bozulmazdı. En çok bu yüzden hayrandık kendisine. Her dem şahaneydi.
Gazino sahnesine de çok uzun süre çıktı Ahu Tuğba. Sahneye atla da çıktı, motosikletle de. Yeri geldi dans grupları kurdu, yeri geldi göbeğinde kanun çaldırdı. Hepsinden gazeteler sayesinde haberdar olduysam da artık sade vatandaşların ödeme gücünü çoktan aşmış o gazino programlarına gitme şansım hiç olmayacaktı. Zaten olsa bile gazinolar nicedir ailelerin gidebileceği yerler olmaktan çıkmıştı. Yine de o kocaman kocaman vatkalı, mayo dekolteli kostümleri, pırıltılı saç bantları ve merinos saçlarını pek beğenirdim gazetelerde gördükçe. Sesini de merak ederdim tabi. Bir keresinde Nokta dergisi epeyce kapsamlı bir Ahu Tuğba dosyası hazırlamıştı. "Bu kadın ne iş yapıyor," diye soruyorlardı dosyayı hazırlayanlar. Film artisti deseniz, kötü bir oyuncu. Şarkıcı deseniz, sesi berbat. Ama her Allah'ın günü gazetelerde, dergilerde. Tabi o vakitler meşhur olmanın kriterleri vardı. Bir vasfı olmayanın meşhur olması tuhaf karşılanırdı. Semraaanımlardan, Fatmaaanımlardan çok çok önce... Eskidendi, çok eskiden...
Ahu Tuğba seksenleri devirirken nihayet bir kaset yaptı da sesini duymak nasip oldu bize de. "Buyur Gel / Mırnık" adını taşıyan bu kaset, Neşe Karaböcek'in firması Altın Plak etiketiyle yayınlanmıştı ve kapak iki adet epeyce açık saçık Ahu Tuğba resmiyle süslenmişti. Şarkılarsa o günlerde çok gözde olan Burhan Bayar stili arabesk eserlerdi. Tabi Ahu hemen her şarkıyı konuşur gibi bir üslupla söylüyor, hatta şarkı söylemekten ziyade dinleyenlerin kulağına şarkı sözlerini fısıldıyordu. Başından sonuna dek on şarkıyı dinlemek doğrusu pek kolay değildi. Ben en çok kasetin üçüncü şarkısını seviyordum. "Uğurlar Olsun" adlı şarkı aslında son bir dakikasına dek son derece sıradan bir arabesk şarkıydı ama o son bir dakikada birdenbire Ahu Tuğba, alabildiğine şuh bir sesle sevgilisine cilve yapmaya başlıyordu. "Doğru söyle sevgilim, ne kadar çok seviyorsun beni? Ben seviyorum seni, sen de seviyor musun beni? Mırnık? Hı?" Tüylerim mi ürperiyor, içim mi gıcıklanıyor, dehşete mi kapılıyorum yoksa kendimden mi geçiyorum ayırt edemiyordum ama çok seviyordum bu birkaç cümlelik şımarıklığı. Serde ergenlik vardı tabi.
Ahu Tuğba da bir süre sonra önce sahneden, sonra sinemadan uzaklaştı, defalarca evlenip boşanmaları, eski kocalarıyla kavgaları ve hatta kürkleri bile haber yapılmaz oldu. Yıllar sonra onu Ünlüler Çiftliğinde görünce eski bir dostu görmüş gibi oldum. Onun o hidayete ermiş tavırları, bağışlayıcı, hoşgörülü, yer yer sinirine yenik düşse de hep bir derviş sabrı taşır görünmeye çabalamaları filan nedense bana çok sahici, çok içten geldi. Hiç kızmadım ona, hatta tozlanmış kasetini bulup bir yerlerden, yıllar sonra tekrar dinledim. Sevgilisine "mırnık" diye hitap eden frapan kadının cilveli sesi eskisinden daha da sevimli geldi kulağıma. Yaşlanmaya başladığıma bir kez daha kanaat getirdim.

Hakan Tok/Bir Zamanlar