Bayramların kokusu vardı eskiden...

Eskiden içimi bayan "neydi o eski bayramlar" yazılarından bir tane yazabilecek kadar büyüdüm sayılır artık...Tuhaf şey:Çocukluğunuzla aranız açıldıkça, maziyle bağlarınız güçleniyor sanki... Hayat denilen inişli çıkışlı merdivenden tırmanırken hiç dönüp arkaya bakmıyor insan, orta yaşa erip de inişe geçtiğinde ilk basamakları merak etmeye, özlemeye başlıyor.
Bayramlar, işten ve büyük şehir hayatından kaçmak için birer tatil vesilesi haline geldiğinden beridir eski bayramlar çınlamaya başladı kulağımda...
İlkin sesleriyle... sonra kokularıyla...
Bayramların sesi vardı eskiden...
Sahurda, uykunun en derininde ramazan davulcusunun sesi... İftarda gümbürtüyle patlayan topun sesi... Akşam, önce ezanın, sonra radyoda "Allahım sana inandım, sana sığındım" diyen spikerin davudi sesi... İftar sofrasında açılan ellerin, şükredilen nimetlerin sesi... Ertesi sabah, ahşap battal radyodan yayılan fasılda cıvıl cıvıl şakıyan cümbüşün, kapıda bahşiş almaya gelmiş davulcuyla mahalle çocuklarının sesi... Postadan çıkan kartın yaldızlı kapağı açıldığında Noel şarkıları çalmaya başlayan piyanonun sesi... Öğleden sonra, arsada yeni bayram papuçlarıyla top oynarken annenin pencereden "Oğlum yazık değil mi, yeni aldık daha" diye sızlanan sesi...Kırılan bir camın ve öfkeli bir evsahibinin elinde patlatılan futbol topunun sesi...
Bayramların kokusu vardı eskiden...
Uyanır uyanmaz, başucunda yeni çift ayakkabının deri kokusu... Gün ışığıyla evde bayram temizliğinden arkakalan kesif sabun kokusu... Kahvaltı sonrası, ana-babanın önce elinde, sonra yanağında saf limon kolonyası kokusu... Misafir odasının ortasına konuçlandırılan şekerlikten yayılan dayanılmaz çikolata kokusu... Sokakta mantar tabancasının barutuyla çatapat kokusu... Lunaparkta derin bir silindir içinde gürültüyle dönüp duran motorların egzoz kokusu...
Karışırdı kimi zaman o sesler kokulara...Bayram namazında vaizin huzurlu sesi ile az biraz çorap kokusu... Öğle yemeğinde anneannenin mantısına damlayan yağın kokusuyla, ortak tepside telaşlı kaşık taarruzunun sesi... Mümkün mertebe kibar olmamız gereken misafirliklerde büyüklere sunulan kristal likör kadehlerinin şıngıntısıyla, içine rengarenk dolan likörün sesi... Mezarlıkta sulanmış toprak kokusu ile yüze sürülen ellerin arasından fısıldanan "El fatiha" sesi... Gece sobada kestane çıtırtısına eşlik eden yanık odun kokusu...Yıldızlı, asude gecelerde, uykudan önce dedenin bilinmeyen bir dilde dualar üfleyen nefesi ile uzak diyarlardan masallar okuyan sesi...
Dedim ya, bayramların kokusu, sesi vardı eskiden;
... o yıldızlı, asude gece, gökkubbeyi terk etmeden... ebediyen...

Can Dündar/Milliyet