Walkman'e saygılar, sevgiler!..

Fikir 70 yaşında bir adamdan çıkmıştı. Bu fikre "harika" deyip üzerinde çalışmaya karar veren de 60'larındaydı.Torunların cıvıltısının en güzel müzik yerine geçtiği; sükûnet ve başkalarının patırtısından uzaklaşmak istendiğinde kulakların yavaş yavaş ağır işitmeye başlamasına şükredilen yaşlardaydılar.Ama yaptıkları şey 35 senedir genç insanları en koyu mutsuzlukların içinden bir süreliğine de olsa çekip alıyor; can sıkıntılarını dindirmeye yarıyor.İki adamdan birinin adı Masura Ibuka'ydı, ötekininki Akio Morita.Japon elektronik devi Sony'nin kurucularıydılar.Ibuka yürürken bir şeyler dinleme fikrine takılmıştı. Morita ise çocukların okuldan eve geldikleri anda ilk iş olarak müzik aletlerini açtıklarının farkındaydı.
O yüzden gençlerin (çağlar boyunca süren geleneksel tutumdan farklı olarak) yürürken, koşarken, çalışırken de müzik dinlemekten hoşlanabileceklerini düşünmüştü...Sonunda bildiğimiz walkman çıktı ortaya.22 Temmuz 1979 da walkman piyasaya tanıtıldı.Ama sakın başarının ve kamuoyu ilgisinin tereyağından kıl çeker gibi elde edildiğini düşünmeyin!Hem sektör hem medya ve kamuoyu "hani bunun ses kaydı düğmesi?" diye sorup durmuşlardı.Kimse yürürken, koşarken veya başka bir durumda kulaklık takarak müzik dinlemekten hoşlanacak kitlelerin varlığına inanmıyordu. Medya gençlerin ihtiyaçlarını ve zihin yapılarını çözümleyememiş; Ibuka ve Morita'yla hafiften dalgasını geçmişti.Oysa bugün kesinkes biliyoruz ki, walkman denilip geçilmemeli...Müzik dinleme tarihinde gerçek bir sosyal devrimin kilometre taşı ve aracı bu küçük alet.
Peki, ben şimdi durup dururken neden walkman'den söz açtım?Yakın zamanlarda walkman, discman gibi aletlere ayrı bir hayranlık duymaya başladım.Hani "ya walkman olmasaydı?" durumu...Çünkü konu yalnız müzik değil.Bu aletler kimi zaman koruyucu sosyal kalkan, kimi zaman anti-depresan, kimi zaman hayal provokatörü oluyor.Walkman'lerin bu işlevlerine hayranlık duyuyorum doğrusu...Şehrin göbeğinde bir yerdeyim. Kalabalık.Genç bir kız hafif punk hafif çocuksu bir kılık kıyafet içinde otobüs bekliyor. Kafasına göre takılmış işte ve belli ki o anda kendisini çok beğeniyor...Yeter ki keyfi bozulmasın da hiç değilse tek bir güzel gün geçirebilsin!Ama kötülük ve şiddet duygusunun harmanıyla yüz ifadeleri yamulmuş üç adamın genç kızın burnunun dibinde ağıza alınmayacak sözlerle tacizde bulunduklarını ve dahası neredeyse ezik bir şehvetin kışkırtmasıyla kavga çıkarmak istediklerini fark ediyorum. Oraya doğru seyirttiğimde adamlardan biri bir yandan kızın kulaklarından sarkan walkman kablosunu işaret ederken "Boşver abi takılmayalım. Ne dinliyorsa artık o... Resmen başka bir dünyaya gitmiş abiii!" diyor arkadaşlarına ve oradan uzaklaşıyorlar.
Müthiş bir sabah trafiği...Dizi dizi belediye otobüsleri. Kıpırdayamıyorlar bile...O tıkış tıkış otobüsteki gençlerin hallerine bakıyorum. Ne zor iş! Belli ki okul yolundalar. Ama trafik dayanılır gibi değil...Sonra kulak haznelerine yerleşmiş minik kulaklıkları görüyorum."Oh!" diyorum; "şimdi oldu işte! Her sabah bu yol başka nasıl çekilir?"Otobüsün ön sıralarında birisi saçma sapan bir söylev çekerken onlar belki Iron Maiden, belki Şebnem Ferah, belki Kenan Doğulu'yla otobüsü, şehri, ülkeyi, dünyayı bir süreliğine unutuyorlar.Ah, o güzel unutkanlıklar, yaralara merhem dalgınlıklar!..
Çok genç tanıyorum.Ev hapis gibi geliyor. Sokak deseniz yarıaçık cezaevi sanki..Onları hâlâ "bebek" yerine koymaktan kendini alamayan anne babalar; odalarında bile bağımsız bir yaşam alanı bulmakta zorlanan delikanlılar, genç kızlar...Hepsinin aslında en iyi arkadaşı walkman'leri...O küçücük kulaklıklar yoluyla gelen büyük kaçışlar..Ibuka ve Morita o aletin eninde sonunda tutulacağını biliyorlardı.Ama gençlerin özel yaşantılarını bu kadar derinden etkileyeceğini kestirebilmişler miydi? Hiç sanmam.
Yine de onların ve walkmanin icadına emeği geçmiş herkesin anısı önünde saygıyla eğilmek gerektiğine inanıyorum.

Haşmet Babaoğlu/Vatan