
Hele geçen gün Türk Mutfağı üzerine kopan fırtınalı polemikte Engin Akın'ın bir sözü beni alıp geçmişe, o sofralara götürdü...Mutfağımızda "deforme" edilmiş "yeni" uygulamalardan yana olan Arman Kırım'a karşı çıkan sevgili Engin Akın "Hele bir çılbırı, çullamayı öğrenelim de" diyordu...Çılbır...Öyle kalakaldım o yemek adının karşısında ve sonraz daldım gittim...Ya Haşmet, çılbır diye bir yemek vardı, değil mi?Yalın fakat garip biçimde çok rafine bir tattı...
Çocuklar rafadan yumurta sever. Sonra sahanda yumurtayı da sever çocuklar. O cızırtılı görüntüyü; kabarmış, katılaşmış akların ortasındaki göz alıcı sarı yuvarlakları görmek bazı çocukları çıldırtır bile...Ama haşlanmış yumurtayla yoğurdun bir araya gelmesi de neydi Allahaşkına?Bu ritüel ilk başladığında, çocuk aklımla bile babam da nereden çıkardı bu çılbır sevdasını, diye söylenir dururdum.Hatta küçük çapta direnişler sergilerdim.
Mesela tabağıma yoğurt koydurmaz; haşlanmış yumurtayı öylesine ekmek banarak yer, o arada daleziz bir menemenin hayalini kurardım.Sonra sonra fark etmiştim: Başka bir inceliği vardı Çılbır'ın.Bir kabın içinde kaynayan suya yumurtalar kırılıyor, onlar hemen top olarak katılaşmaya başlıyor, kayısı kıvamına geldiklerinde kepçeyle alınıp tabaklara daha önce konulmuş hafif sarmısaklı yoğurdun üzerine yerleştiriliyordu.Ama asıl lezzet katkısı tabaklardaki yoğurt ve yumurtanın üzerine kırmızı biberle tatlandırılmış kızgın yağ gezdirilmesiydi...
Yine de burada asıl vurgulamak istediğim şey, artık unutulmaya yüz tutmuş çılbırı hatırlatmak ve bir çocukluk anımı paylaşmak filan değil...Vurgulamak istediğim şey, birlikte yenen yemeklerin damak kadar ruhlarda da bıraktığı tatlar...Haşlanmış yumurtayla yoğurdun solgun birlikteliğini birdenbire "parlatan" şey, eminim, babamın keyfinin lokomotif olduğu aile soframızdı...Yani hani diyorum ki, şu mutfak tartışmalarını yaparken sadece yemek tariflerinin içine de sıkışıp kalmasak...Çünkü yemek yemek denen o muhteşem ritüeli, açlık dindirmek ve "tıkınmak"tan ayıran özellik sadece damak tadı veya pişirmenin özellikleri filan değil.Çoğu zaman ne yediğinizden de önemlidir, nasıl yediğiniz...Yemek deyince sadece tabaklara konulana bakıp geçmemek gerek.Geçen gün muhabbet ederken konu sofralara gelince İclal (Aydın) şöyle deyiverdi: "Benimle aynı sofrayı paylaşmamış olanların ihaneti koymaz bana. Ama birlikte yemek yediklerime gelince iş değişir!"İclal'in bu sözlerine siz ne dersiniz?İnsana özgü çok hassas bir tel tam bu noktada titreşip durmuyor mu?
Damak tadı sorunu o hassasiyetin yanında zayıf kalır...
Haşmet Babaoğlu/Vatan