"Mutlu çocukluk" uydurması!

Bazıları vardır, ne yapar eder, lafı "o eşsiz güzellikteki çocukluk günleri'ne getirir!Bazıları mı? Hayır, hepimiz.Hepimiz çocukluk günlerimizi anmaya, onları balandıra ballandıra anlatmaya bayılırız.Şimdi gördüğümüz dut ağaçlarının hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur da, çocukluğumuzda tepesinde dolaştığımız dut ağaçlarıdır esas olan...Şimdi yediğimiz Ramazan pidesi mi? Şimdikilerin hem lezzeti hem kokusu çocukluğumuzdakilerin silik birer taklididir sanki, o kadar...İnsanların iyisi, dürüstü, doğrusu, seveceni, seveni, sevileni kalmamıştır sanki!O insanlar bizim çocukluk yıllarımızda yaşamış, sanki biz büyüyünce yeryüzünden çekilip gitmişlerdir!Öyle anar, öyle anlatırız çocukluğumuzu...Fakat bazılarımız da vardır ki, çocukluk mutluluklarından söz ederken yüzlerindeki çizgiler acımasız bir açık sözlülükle onları yalanlar...Çok hırpalayıcı bir çocukluktan çıkıp geldikleri ama yıllar içinde "faça"larını düzeltebildikleri için şimdi kendilerine yeni bir tarih yarattıkları belli olur...
Hatırlama eyleminin belki de en güzel yanı; hatırlarken geçmişi de yeniden düzenleyebilme becerisidir.Yoksa öyle olmasa...Hani Nietzsche'nin dediği gibi hafıza bazen "irin toplamış bir yara" olup çıkar. Ki, hafıza kaybı kadar kötüdür böylesi. Nasıl bir felâkettir, yaşayan bilir!Allahtan, hatırlamak, kuytudaki hatıraların tozlarını silip gün ışığına çıkarmak değildir.Hatırlamak, eski anıları cilalamak; hatta bazen geçmişi bugünün etkilerine göre yeniden kurmaktır...
Şimdi itiraf edelim ki, çocukken özünde mutsuzduk!En iyi zamanlarımızda bile sıkılıyorduk.Hep "küçüktük" işte; büyüklerin dünyasında küçücüktük ve bu aslında berbat bir histi. (İnsan ancak büyüdüğünde, çocukluğun sorumsuz dünyası meğer ne hoşmuş, diyor ya, ayrı konu!)İstediklerimizin çoğu yapılmıyordu; bizim onları kendi başımıza yapacak gücümüz de yoktu! Akranlarımızla ilişkilerimiz sakınmasız kıskançlıklarla kirleniyordu.Kabaydık, bazen çok hoyrattık.Öyle olmadığımızda da "vur ensesine al ağzından lokmasını" usluluğundaydık...
Neden böyle? Neden derin geçmişimizde "asude bir bahçe" (cennet) olduğuna inanma ihtiyacındayız, neden bunu arzuluyoruz?Yanıt çok uzun!Ve sanırım, antropolojik (yani insan olmanın kültürel-yapısal tarihine bağlı) bir köke kadar dayanıyor.Birbirinden çok farklı da olsa, bütün kültürlerde insan cennetten çıkar ve cennete döner.Çocukluğumuza da aynı temelde bakıyor, öyle düşlüyoruz...
Çocukluğumuz. O, yalan da olsa bizim kayıp cennetimiz!

Haşmt Babaoğlu/Vatan