Orhan Boran anlatıyor: İşte Yuki

1959 yılı mart ayında, Londra’da BBC Radyosu stüdyolarındayız. Esmer, karakaşlı, karagözlü bir Türk genci burada Türkçe yayınlar servisinde bir radyo röportajı hazırlıyor. İngiltere Kraliçesinin yaş günü dolayısıyla yapılmış bir röportaj, Montaj yapılırken bazı yenler kesiliyor, atılıyor. Bazı yerler tekrarlanıyor. Bu arada İngiliz teknisyen vakit kazanmak için ses bandının kullanılmayacak kısımlarını çabuk çabuk teypten geçiriyor. Etraftaki birkaç kişi Türkçe bilmediği halde gülmeye başlamıştı. İnce bıyıklı, esmer Türk genci gülen İngilizlerin yüzlerine bakarken birden enteresan bir fikirle irkildi: “Bunlar Türkçe bilmediği halde bu sözlere bu kadar gülerse (sözler incelmiş, tuhaf bir hal almıştı) ya bu sözlerin mânalarını bilenler kimbilir ne kadar güler? Üstelik bu sözler esprili, komik komik şeyler olursa?”
işte Orhan Boran BBC Radyosunda çalışırken bunu buldu ve bir ay sonra İstanbul’a gelince arkadaşı Kâmi Acım’a bu fikrinden bahsetti. Kâmi Acım, arkadaşını dinledikten sonra:
- “Aman Orhan, çok iyi bir fikir... Bu tutar” dedi.
- “Peki, ama nasıl yapacağız, anlat bakalım.”
- “Yarısı taklit, yarısı teknik... Taklit senden, teknik benden.”
Ertesi gün, Kâmi Acım’ın ses alma makinesiyle uğraşırken Orhan Boran daktilo makinesini önüne almış, “Dinleyici İstekleri” saatinde anlatacağı fıkraları, söyliyeceği sözleri yazıyordu:
“Brezilya ormanlarında yaşıyan, nesli tükenmiş bir aileden, tavşan kulaklı, sincap kuyruklu, kazma dişli...”
Bu kelimeleri yazdığı ana kadar Londra’da duyduğu ince sesin sahibinin adını bilmiyordu. Ama, şekli ilk saniyede kafasında doğmuştu. Tarifini yaptığı yaratığın adı, tam bu cümleyi yazdığı anda parmaklarının ucundan daktilonun tuşlarına, oradan beyaz kağıdın üzerine döküldü: Yuki... Bu ismin bir mânası, etimolojisi, tarihi yoktu. Ama, milyonlarca kişinin tanıyacağı bir varlığın adıydı. İlk defa 1959 nisanında bir pazar sabahı İstanbul Radyosunda dinleyicilere tanıtılan Yuki, “Ya Mustafa” şarkısını da ilk defa Türkiye’de çalıp dinletiyordu.
Yuki’nin sesini Kâmi Acım, teypin vitesini süratlendirmekle değil, bandın arasından geçtiği bir rulmanın üzerine bir göbek geçirmekle temin etmişti. Nitekim, birçokları hemen Yuki’nin sesini taklit ettiler, ama beceremediler.
Şimdi sözü Orhan Boran’a bırakalım:
- “Ben Yuki’nin sesini konuşurken, hem biraz sesimi inceltiyorum, hem de gayet ağır ağır anlatıyorum. Bandın çekişi hızlandırılınca normal süratle anlatıyormuşum gibi oluyor. Halbuki ben her heceyi, sanki ağır ağır çevrilen bir filmdeki insanlar gibi konuşurum. Dinleyici İsteklerinde Yuki ile yaptığım program mektup alma rekorunu kırdı. Ertesi gün 150 mektup almıştım. Bugün İstanbul Radyosunda en çok mektup alan kimse Yuki’dir. 160 haftadan beri Yuki ile çalışıyorum.
- “Yuki’nin karakteri, huyu-ahlâkı nasıldır?”
- Benimle alay etmeyi çok sever. En büyük merakı beni “harcamak”tır. Spor-Toto’ya meraklı, ama oynıyamıyor. Çünkü resmî veya hükmi şahsiyeti yokmuş. Karımla benim aramda üçüncü bir şahıs gibi yaşıyor. Ben programlarımı yaptıktan, banda aldırdıktan sonra karımla birlikte, radyoda dinlerim. Birçok yerleri unutmuş olurum. Yuki anlatmaya başlayınca hatırlar “Bak hele, neler de söylüyor?” diye gerçekten bir başkası gibi onu hayretle dinleriz. Kendi kendime itiraftan kaçındığım şeyleri ona söylettiğimi psikolog arkadaşlarım anlatıyor. Yuki, hayvandır, erkektir ve hayvanlığından memnundur. Arkadaşı Şişko Nuri’den sonra yakında teyzesi, amcası da ortaya çıkacak. Onu rüyalarımda bile görüyorum. Bu kadar çok popüler olmasının sebebi yediden yetmişe kadar her yaşa, her başa hitap etmesidir. Benim bu başarımda, ilk öğretmenim Ferdi Tayfur’un yarıdan fazla hissesi vardır. Herkes beni havadan-sudan konuşuyor sanır, ama o konuşmalar için uzun uzun, ciddiyetle hazırlanır, ondan sonra halkın karşısına çıkarım. Halk dinlerken, hiç hazırlanmadan konuştuğumuzu sanır. Yuki, kafamda o kadar canlı yaşar ki onun ne zaman ne söyliyeceğini kendim gibi bilirim.”

Ses dergisi, 13 Ekim 1962 (Feza Kürkçüoğlu-Basın Tarihinden)