Siyah beyaz fotoğraf...

Dört yaşındayım. Annemle el ele tutuşmuşuz, bir fotoğraftan siyah beyaz bakıyoruz ikimizde... Annem, dar blazer buluzünün üzerine dökülen kabarık uzun saçları , yüzünü kaplayan kahverengi gözlüklerin ihtişamıyla tıpkı o günlerin tanrıçası Brigitte Bardot gibi. Dar ve kısa eteğinin yırtmacından görünen uzun bacakları, uzun topuklu bilekten bağlamalı ayakkabılarıyla tam bir manken edasında objektife bakıyor. Bense güneşin aydınlığında kısılmış gözlerim, beyaz kısa fırfırlı bulüzüm, bilekten bağlamalı rugan ayakkabılarımla, tıpkı annemin kopyası gibi şımarık bir gülüş fırlatmışım.. O günü dün gibi hatırlamama sebep bu fotoğraf, Çünkü fotoğraf çektirmenin bir tören olduğu dönemlerde yaşıyoruz. Televizyonun yeni yeni piyasaya çıktığı ve herkesin daha evine girmemişken ve siyah beyazken ve tek kanalken ki dönemlerde... Ana caddelerin daha sokak olduğu, arabaların tek tük geçtiği, bir chavrolet in arka camında ki boynu oynayan köpeğin moda olduğu yıllar bunlar... Dantelli yastıkların ve oymasız sade mobilyalarİn, bahçe toplantılarının, açık sinemaların, ikindi vakti en güzel kıyafetlerle piyasada dolanmanın moda olduğu yıllar. Mini eteklilerin ayıplanmadığı yada şöyle dönülüp bakılmadığı yıllar. Kışları bozkırın ayaz taşra şehri, yazları feneryolu nun sıcak esintili tatil yılları... Kadıköy salı pazarının, beyaz köşkte sahne alan Emel Sayın ın, 5 kere belini dolayan 3 metrelik ince kemerlerin, omuzları bir amerikan futbolcusu gibi şişiren vatkaların en popüler zamanı...
Bir siyah beyaz fotoğraf...annem ve ben. Bakışlarımız, önümüzde uzanan hayatın bilinmeyen heyecanlarıyla dolu olduğunun kanıtı. Merakla bakıyoruz çünkü objektife. Muhtemelen ben, az sonra annemin bana alacağı bir oyuncağın hayalini kurmaya başlamışım bile. Bileğimdeki nazar boncuklu altın bilekliği göstere göstere, objektife poz vermem, içimdeki küçük kadının belki de ilk uyanışlarından. Baş ucumda uyuduğum rugan pabuçlarımın yerini hiç bir şey tutmasada... Annemse " işte bu benim kızım, hem güzel hem de bana ne kadar benziyor di mi?" der gibi süzülmüş... Bütün anneler, çocuklarına bu kadar güzel mi görünür bilmem? Gerçekten o kadar güzel ki...
Fotoğrafa odaklandıkça, daha da ötesini görüyorum. Piknikler, dünyaya geldik bir kere ler, ispanyol paça pantolanlar, beyaz kelebekler, rakı bardağında balık olsamlar filan filan... Okul yılları, okul arkadaşlıkları, otobüs aşkları, bitmeyecek sandığım ilk aşk, ilk serüven...Ve kendimi bir küçük hanım olarak hissetmeme neden olan o çamaşırıma bulaşan taze kırmızı. ilk şaşkınlığım, ilk denizden mahrumiyetim, erkeklere kaçamak bakışlarımdaki o hınzır gülümseme. Samimi ama utangaç bakışmalar. Tatil sonu mektuplaşmaları, beyaz kağıtlara sinmiş bir erkek kokusu, sonradan sıkılmış parfümün mürekkebi dağıtan harfleri tamamlama sevdası. Şimdi bütün bunları yazarken, kendi çocukluğumdan çok başkasının çocukluğunu dışarıdan seyreder gibi oluyorum. Sanki bunlar hiç yaşanmamış, öyle hooop diye bir yerde, mesela 30 lu yaşlarda kucağıma bırakılıvermiş gibi. Oysa şimdi ki benin yansıması bu yaşananlar...Daha da yaşanacaklar... Hepsi tıpkı o siyah beyaz fotoğraftaki gibi konuşacaklar.
Annemi özleyeceğim, bizim dere gören evimizi, çocukluk aşkımı, muammer dedeyi, iğde ağacımızı, rugan pabuçlarımı, filli parkı özleyeceğim. O fotoğrafa bakar gibi bakacağım çocukluğuma. O fotoğraf gibi koruyacağım , daima...

Sibel Bengü