Televizyon 30 yaşında

Evimizin yaramaz çocuğu 30 yaşına basıyor bu hafta... Yaşamının ilk 23 yılını tek çocuk olarak geçirdi ve o yaştan sonra kardeş sahibi oldu. Hem de ne kardeş...Türkiye televizyonu, 30. yaşgününü kutlayacak bu hafta... Bu resimli kutu, 31 Ocak 1968 günü evlerimize doğup başköşeye oturdu ve o gün bugündür hep problemli çocuğu oldu ailenin...
İlk zamanlar renk vermeyen, aklı başında, sakin sessiz bir çocuktu. Bağımsızdı, başına buyruktu. Eğiti­mine, kültürüne çok önem verir, bizimle oyunlar oy­nar, bilgi dağarcığımızı ölçer, elimizden tutup konse­re, tiyatroya, sinemaya götü­rürdü.
Öyle abuk sabuk laf etmez, kimsenin de etmesine izin ver­mezdi. Terbiyeli konuşur, oturmasına kalkmasına dikkat eder, sözünü sakınarak söyler­di.
Lakin 1971 'de, henüz üç yaşındayken dev­letin eline verdi­ler. Mecburi hiz­mete başladı. O başına buyruk te­levizyon gidip bir emir eri geldi ye­rine...
8 - 9 yaşların­da biraz düzelir gibi olduysa da kâr etmedi. Efendilerinin sö­zünden çıkma­yan bir hizmetçi görüntüsü sin­mişti üzerine bir kez... bir daha çıkmadı.
Evlerimize tek göz bir pencere açılmıştı.
Dünyayı o kadar çıkmış, gerisi yokmuş gibi gösteriyor­du. Maaşa bağlanalı beri hantallaşmış, şişirilmişti. Ağırkanlı, kravatlı ve asık suratlıydı artık... Bayram­dan bayrama bir eğlenceye gidip dansöz izler, yılbaş­larında arabesk takılırdı.
23 yaşına kadar, gelişmesi kasten engellenmiş bir özürlü çocuk gibi hayattan kopuk yaşadı.
Sonra birden öbür kardeşler yağmaya başladı...
Sanki bir uzay gemisi dalga dalga getirip oturma odalarımızın ortasına bırakıvermişti onları... Arsızdı­lar... Kural, nizam, ayıp, yasak tanımıyorlardı.
Ağabeylerine yasaklanan ne varsa bunlara ser­bestti... Marşını dinleyip erkenden yatan ağabeylerine inat, sabahlara kadar eğleniyor, argo konuşuyor, ulu orta soyunuyor, dövüşüp kan döküyor, mahremiyet tanımıyor, yatak odamızdan izinsiz içeri dalıyorlardı.
Eğitimi filan hepten boşlamış, işi tamamen eğlen­ceye vurmuşlardı. Evden dansöz eksik olmuyordu. Öyle şeyler yapıyorlardı ki, kimse gözünü onlardan alamıyordu.
Hızla türediler. O dün­yaya tek pencereden bakan çocuğun dünyası birden her yeri pencere dolu bir açık hava sinemasına dönüştü.
Aile genişledikçe evler­de gürültü arttı. "Terbiye" imkansızlaştı.
Sağdan soldan şikayet­ler iyice artınca terbiye için eli değnekli adamlar bulun­du. O adamlar, çok azanları birkaç gün kilitleyerek eğit­meye çalıştılar, ancak artık terbiye çağı geçmişti. Daha da fenası, artık evdekiler de alışmıştı şamataya...
Çocuklar azmayınca sı­kılıyorlardı.
Evde işler değişirken, ağırbaşlı ilk çocuk, yeniyetmelere hep yukardan baktı, bulaşmamaya çalıştı. Kena­ra itilmişliğin, horlanmışlığın acısını, istifini hiç boz­mayıp, hiçbir şey yokmuş gibi davranarak çıkarmaya çalıştı.
"Bir gün sıkılıp, bana dönerler nasıl olsa" diye bekledi.
Resimli kutu, 30 yaşına böyle geldi...
Bundan sonra "Yaş 30 oldu. Biraz olgunlaşmak lazım." deyip aklını başına toplar mı, yoksa "Artık ba­na güçleri yetmez." deyip, hepten mi kontrolden çı­kar; bunu hep beraber yaşayıp göreceğiz.
Sizi bilmem ama ben bugünkü halini görünce 40'ında olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum.
O yüzden 30. yaşgününde kendisine "Allah akıl fi­kir versin" diyorum.
Hem ona, hem ondan gözünü alamayanlara...


Can Dündar/Milliyet