
İlk zamanlar renk vermeyen, aklı başında, sakin sessiz bir çocuktu. Bağımsızdı, başına buyruktu. Eğitimine, kültürüne çok önem verir, bizimle oyunlar oynar, bilgi dağarcığımızı ölçer, elimizden tutup konsere, tiyatroya, sinemaya götürürdü.
Öyle abuk sabuk laf etmez, kimsenin de etmesine izin vermezdi. Terbiyeli konuşur, oturmasına kalkmasına dikkat eder, sözünü sakınarak söylerdi.
Lakin 1971 'de, henüz üç yaşındayken devletin eline verdiler. Mecburi hizmete başladı. O başına buyruk televizyon gidip bir emir eri geldi yerine...
8 - 9 yaşlarında biraz düzelir gibi olduysa da kâr etmedi. Efendilerinin sözünden çıkmayan bir hizmetçi görüntüsü sinmişti üzerine bir kez... bir daha çıkmadı.
Evlerimize tek göz bir pencere açılmıştı.
Dünyayı o kadar çıkmış, gerisi yokmuş gibi gösteriyordu. Maaşa bağlanalı beri hantallaşmış, şişirilmişti. Ağırkanlı, kravatlı ve asık suratlıydı artık... Bayramdan bayrama bir eğlenceye gidip dansöz izler, yılbaşlarında arabesk takılırdı.
23 yaşına kadar, gelişmesi kasten engellenmiş bir özürlü çocuk gibi hayattan kopuk yaşadı.
Sonra birden öbür kardeşler yağmaya başladı...
Sanki bir uzay gemisi dalga dalga getirip oturma odalarımızın ortasına bırakıvermişti onları... Arsızdılar... Kural, nizam, ayıp, yasak tanımıyorlardı.
Ağabeylerine yasaklanan ne varsa bunlara serbestti... Marşını dinleyip erkenden yatan ağabeylerine inat, sabahlara kadar eğleniyor, argo konuşuyor, ulu orta soyunuyor, dövüşüp kan döküyor, mahremiyet tanımıyor, yatak odamızdan izinsiz içeri dalıyorlardı.
Eğitimi filan hepten boşlamış, işi tamamen eğlenceye vurmuşlardı. Evden dansöz eksik olmuyordu. Öyle şeyler yapıyorlardı ki, kimse gözünü onlardan alamıyordu.
Hızla türediler. O dünyaya tek pencereden bakan çocuğun dünyası birden her yeri pencere dolu bir açık hava sinemasına dönüştü.
Aile genişledikçe evlerde gürültü arttı. "Terbiye" imkansızlaştı.
Sağdan soldan şikayetler iyice artınca terbiye için eli değnekli adamlar bulundu. O adamlar, çok azanları birkaç gün kilitleyerek eğitmeye çalıştılar, ancak artık terbiye çağı geçmişti. Daha da fenası, artık evdekiler de alışmıştı şamataya...
Çocuklar azmayınca sıkılıyorlardı.
Evde işler değişirken, ağırbaşlı ilk çocuk, yeniyetmelere hep yukardan baktı, bulaşmamaya çalıştı. Kenara itilmişliğin, horlanmışlığın acısını, istifini hiç bozmayıp, hiçbir şey yokmuş gibi davranarak çıkarmaya çalıştı.
"Bir gün sıkılıp, bana dönerler nasıl olsa" diye bekledi.
Resimli kutu, 30 yaşına böyle geldi...
Bundan sonra "Yaş 30 oldu. Biraz olgunlaşmak lazım." deyip aklını başına toplar mı, yoksa "Artık bana güçleri yetmez." deyip, hepten mi kontrolden çıkar; bunu hep beraber yaşayıp göreceğiz.
Sizi bilmem ama ben bugünkü halini görünce 40'ında olabilecekleri düşünmek bile istemiyorum.
O yüzden 30. yaşgününde kendisine "Allah akıl fikir versin" diyorum.
Hem ona, hem ondan gözünü alamayanlara...
Can Dündar/Milliyet