Kendini otuz beşinde hissetmek!


Farkında mısınız, artık kimseler Cahit Sıtkı Tarancı'nın o ünlü şiirinin lafını etmiyor."Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.Dante gibi ortasındayız ömrün.Delikanlı çağımızdaki cevher,Yalvarmak yakarmak nafile bugün,Gözünün yaşına bakmadan gider."Çünkü kimse otuz beş yaşında olmayı "ömrün ortası " olarak görmüyor.Artık otuz beş yaşına varmış hiç kimse şair gibi "hangi resmime baksam ben değilim!" diye düşünmüyor! Artık hayat hızlı. Dante'yi unutun; Cahit Sıtkı bile bugünün hızına akıl erdiremezdi. Öyle ağır ağır; yedire yedire değil göz açıp kapayıncaya kadar insan otuz beşine geliveriyor...O yüzden de Cahit Sıtkı'nın "Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?/Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?" diye sormaya başlayan insanıyla, günümüzün gencecik otuz beşliği arasında dağlar kadar fark var! Şiirlerin eskimesi için aslında üzerlerinden asırlar geçmesi gerekir ama Cahit Sıtkı'nın şiirinin başına gelen özel bir talihsizlik!Oysa şu dizeleri bir okuyun..."Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;Hatırası bile yabancı gelir.Hayata beraber başladığımızDostlarla da yollar ayrıldı bir bir;Gittikçe artıyor yalnızlığımız."Çok anlamlı, derin duyguları kurcalayan dizeler değil mi bunlar? Şiiri okurken içimizden adını "Elli Yaş" yapsak, olmaz mı? Yoksa kırkların ortası daha mı doğru ve "orta"lama olur?
Bu şiir durup dururken nereden aklıma geldi biliyor musunuz?Geçen gün son günlerde medyayı çok meşgul eden yeni alışveriş merkezi Kanyon'da turluyordum. En alt katta "orta boy bir latte" kahve içmeye karar verdim. Starbucks'ın yanındaki Remzi Kitabevi'nin vitrininde büyük boyutlu bir kitap dikkatimi çekiverdi.Adı "Genç Kalma Sırları"ydı.Amerika'nın ünlü anti-aging uzmanı ve Dr. Mehmet Öz'ün çalışma arkadaşı Dr. Michael Rozien'ın yeni kitabının Türkçesi. Biliyorum, çok tutuluyor bu kitaplar. Bu da çok anlaşılır bir şey. Ama beni hiç açmıyorlar. Asla bir daha genç "olamayacak" insanların genç "kalma"larının anlamı ne? Orayı çözemiyorum. Şuna sağlıklı, dinç yaşlanmak desek, ölür müyüz?Bunu yazdım ya, şimdi "Sen kendinden söz etsene asıl!" diyenler olacak belki.Kendime dair tutumuma gelirsem, ne gencim artık ne de henüz yaşlıyım. Bir tuhaf "yer"deyim; nasılsam öyle, hiç zorlamadan... Gittiği yere kadar böyle gider, sonrası malum!
Neyse... Vitrindeki kitabın beni asıl düşündüren yanı ise alt başlığı oldu.Şöyle yazıyordu: "Neden 60 yaşındayken kendinizi 35 yaşındaymış gibi hissetmeyesiniz!"Tabii Dr. Michael Rozien'in burada kastettiği, fizyolojik direnç ve bedenin yaşlanmasının geciktirilmesi sonucu ortaya çıkan dinçlik hissi! İyi de "hissetmek" lafını görünce insan zihni durmuyor ki!Bugün 60 yaşında olan tanıdıklarımın 35'lerindeki hallerini gözümün önüne getirmeye çalıştım. Merak ettim, gerçekten kendi otuz beşlik hallerindeki gibi hissetmeyi isterler miydi?Sorsanız, yalandan veya bir heves "tabii, elbette" derler. Ama gerçek nasıldı?Bence şöyle...Çoluk çocuğa karışmışsın ama tam "karışmış"sın!..Çocukların tatlı bebeklik halleri bitmiş, okul sorunları başlamış ki, aman Allah!..Karınla aran iyi ama o kadar işte; artık sadece "iyi!.." Yok evli değilsen; öyle dağılmışsın ki, toparlanamıyorsun. Aşk var, acı var; aşk yok, yine acı var!..Ne 20'likler gibi delikanlı ne de 40'lıklar kadar durmuş oturmuş bir çekiciliğe sahipsin!..Tam da hayatın harala gürelesine esir olduğun yaşlardasın.Kariyer basamağında ortalarda falan değil, hâlâ başlardasın! İşler hâlâ yoluna girmemiş, hâlâ çıktığın gibi inebilirsin de o basamaklardan, öyle davranıyorlar sana!..O halde soruyorum: İster misin o yıllardaki, o yaşlardaki gibi hissetmeyi?
Sonuç olarak..."His" meselesi netamelidir. Ne hormonlar tam söz geçirebilir hislere ne de doğru beslenme yöntemleri!..Nasıl yaşlandığımızla değil, nasıl yaşadığımızla ilgilidir hislerimiz.Hani diyorum ki, anti-aging, real-aging, hepsi tamam! Fakat şu "hissi" konuları araya karıştırmasak, iyi olmaz mı?Cesaretiniz varsa, "Neden 60'ınızdayken 35'inizdeki gibi koşup oynamayasınız" deyin ve onun yolunu gösterin (ki tabii işin o tarafı biraz yaş!) ciğerimizi yiyin!

Haşmet Babaoğlu/Vatan