Unutamadıklarımız


Gazetedeki habere göre, unutulmaz Dallas dizisinin kötüsü J.R. Ewing (Ceyar) rolünü oynayan Larry Hagman, yapılan karaciğer nakline olumlu cevap vermemesinden dolayı şu anda ölüm döşeğindeymiş. Dizinin bitmesinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen haberi, çok iyi tanıdığım birinden bahsediyormuş gibi dikkatlice okudum. Seksenli yıllarda bir tanecik kanalımız TRT’nin Pazar akşamları yayınladığı ve tüm dünyada da ilgiyle izlenen Dallas, televizyonla tanışması pek de uzun süre olmamış Türk halkına o kadar etki etmişti ki . “Türk aile yapısına uygun değil, kadınların serbest yaşamlarından dolayı Türk hanımlarına kötü örnek oluyor” eleştirilerine rağmen dizi her kesimde ilgiyle izlenmişti. “Dallas” kelimesi uzunca süre Türkçe’mizde lüks, entrikalı hayatları anlatmak için kullanılırken , Ceyar da insanların kötü olduklarından bahsederken lakap olarak belirtilirdi.
Dallas ile ilgili hatırladığım şeylerden biri de rahmetli Cenk Koray’ın Pazar günü olan gündüz programında dizinin müziği alaturka olarak utlarla kanunlarla çalınır, çok da alkış toplardı. Biz de ailecek “hayret vallahi ne güzel çaldılar” deyip şaşırırdık. Çocukların üzerlerine giydikleri tişörtlerde ne resimleri olur? Çizgi film kahramanları ya da sevimli figürler... Belki hatırlayanlar vardır, bu dizinin popüler olduğu zamanlarda, inanılmaz ama gerçek, çocuk tişörtlerinin üzerinde dizinin kahramanlarının altında isimleri de yazılı olarak toplu şekilde çizilmiş resimleri vardı. Dallas , aldatmalar, entrikalar ve çocuk psikolojisi bilmiyorum ne alaka, herhalde bu olay da sadece bize özgü ender durumlardan biridir.
Bizleri derinden etkileyen tek kanallı dönem dizileri elbette sadece Dallas değil. Kunta Kinteli “Kökler”, “Baretta”, “Bonanza”, sonradan filmleri de yapılan “Kaçak” ve “Görevimiz Tehlike” aklıma ilk gelenler. Fakat, beni çocuk aklımla bile en çok etkileyeni “Zengin ve Yoksul”dur. Biri senatör olan zengin bir ağabey ile serseri ve yoksul erkek kardeşinin hayatının anlatıldığı dizinin sonunda yoksul kardeşi oynayan Nick Nolte, ismini şu an bile çok net hatırladığım, Falconotti adında psikopat bir adam tarafından öldürülüyordu. Bu duruma ben gibi tüm Türk halkı da üzülmüştü. Hatta, sonradan Nick Nolte için matem tutup helvasını yiyenler olduğunu duyunca halkımızın ne kadar duygulu olduğunu bir kez daha anladım! Nuri Alço’yu hepimiz filmlerinden dolayı çok iyi tanırız. O oynadığı rollerde, ya mafya babası, ya uyuşturucu kaçakçısı, ya da kadın satıcısıdır. Zavallı adam, hiç iyi rolde oynamamasından dolayı birilerinin hafızasına sanki yaptıkları gerçekmiş gibi yer ettiğinden midir nedir, geçmiş yıllarda gençlik çeteleri kendilerine Nuri Alço adını verip bu ismi de duvarlara yazmaktan çekinmemişlerdi. Bu olayların karşısında adamcağız, televizyona çıkıp masum olduğuna dair açıklamalar yapmış, olanlara bir anlam veremediğini söylemişti.
Oynadıkları rollerle özdeşleşen bir de “Tecavüzcü Coşkun” vardır ki onun durumu tam bir şehir efsanesi durumuna gelmiştir. Gerçek hayatta melek gibi bir insanmış, buna rağmen sokakta yürürken insanların tepkisine engel olamıyormuş, yaşlı teyzelerin yüzüne tükürdüğü bile oluyormuş falan filan . Ben küçükken dedem de televizyonda dizileri, filmleri izler ve bunları gerçek sanırdı. Radyo ile büyümüş bir neslin televizyonu algılamasının biraz uzun zaman aldığı kanısındayım.
Televizyon, sıkıntıların çok fazla olduğu ülkemizde insanların tek eğlencesi durumuna geldi. Hal böyle olunca, insanların kitlesel olarak etkilenmeleri çok normal. Aramızdan kaç kişi televizyonu kapatıp bir kitabın kapağını açabiliyor. Televizyonda hazır sunulanı almak, kitap okuyup kafada kurgulamaktan daha kolay. Böylece aynı düşünüp aynı konuşan, birbirinden farkı olmayan, hayal dünyası güdük kalmış insanlara dönüştük.
Bunun suçu televizyonda mı, yoksa onun düğmesine basıp kapatamayan bizlerde mi ?

Banu Düzen