Çocukluğumuzda



Çocukluğumuzda manav amcaların, kesekağıdının altına kiloda bir tane çürük domatesi sokuşturma zorunlulukları vardı. Müşterisine çaktırmadan bunu yapmayan manav esnaftan sayılmazdı. Eğer çürük iki tane olursa bir daha o manavdan alışveriş yapılmazdı.
Alışverişlere file ile çıkılırdı, gazetelerde hayatın pahalılaştığı artık bir filenin kaç liraya dolduğu üzerinden anlatılırdı.
Aynı takımdaki adaş futbolcuları şimdiki gibi soyadları ile değil, küçük ve büyük diye ayırırdık… Küçük Sedat ve Büyük Sedat, K.Mehmet ve B.Mehmet gibi.. Yabancı futbolcuları ise hangisi büyük hangisi küçük pek bilmediğimizden olacak I ve II diye ayırılırdı, Dunai I ve Dunai II gibi..
Milli maçlardaki mağlubiyetimize üzüldüğümüzde, büyüklerimiz ballandıra ballandıra fii tarihinde Macaristan’ı nasıl 3-1 yendiğimizi anlatarak bizi teselli ederlerdi…
Pazar günleri radyodan maç naklini kaçırmamak için yarım saat önceden radyoyu açar Secaaddin Tanyeli’den tangolar dinlerdik… Büyük takımların maçlarını ya Halit Kıvanç ya da Orhan Ayhan anlatırdı.. Bursa’dan ise Necati Karakaya, niyeyse?.. Arada İzmir’e bağlanırdık dakika ve skor almak için…
Semt sahaları vardı… Abilerimiz orada pazar günleri futbol oynarlardı meşin topla.. Kale arkasında dururduk ki top auta çıktığında meşin topa biz de vurabilelim diye… Çünkü bizler ancak hafta içi 5 liralık topla okul bahçesinde oynardık, o top patlayana kadar… Hemen de patlardı lanet şey!
Okul radyosu dinlerdik… Anonsunda kız çocuğu Yaşaaaar! diye bağırırdı… Anlardık ki okul radyosu başlıyor…
Radyo tiyatroları dinlerdik… Efektlerini illa Ertuğrul İmer’in yaptığı…
Gözünüz yolda, kulağınız bende olsun !. derdi, Sanat Güneşimiz Zeki Müren “aziz ve muhterem şoför arkadaşlarına”, Çinturato Pirelli’nin sponsorluğunda…
Babamız, annemiz aile efradı büyüklerimiz seçim zamanları hangi partiye rey vereceklerini tartışırlardı… Hevesle büyüyüp rey vereceğimiz günleri bekledik. Büyüdük ama artık rey değil oy verebiliyoruz…
Karaköy’den geçerken her köşede Kent var! Palmall var! diyen tombalacılar vardı… Daha sonra Lark ve Saratoga sigarası da sattılar… Nedense o devirde Marlboro satmazdı o tombalacılar?..
Tekel’in Çamlıca, Gelincik, Bafra, İkinci, Üçüncü diye sigaraları vardı…
Vita tenekelerine çiçek ekerdi komşumuz yaşlı teyze. Tek katlı evinin camlarını süslerdi o sarı tenekelere ektiği çiçeklerle. Hastalandığında üstten açılan körüklü deri çantasıyla doktor amca gelirdi ve mutlaka iğne yapardı ona… Annelerimiz de bu fırsatı kaçırmaz, biraz yaramazlık yaptığımızda o doktor amcanın iğnesi ile korkuturlardı bizi…
Bakkallarda bisküviler camekanlı kutularda satılırdı.. Ne kadar isterseniz bakkal amca ibreli terazisinde tartar verirdi… Hak geçmesin diye, gözü terazinin ibresinde son bisküiti geri alır sonra tekrar koyar tercihini hep bizden yana kullanırdı. Çok alırsanız kesekağıdına, az alırsanız küçük bir kağıda sarar verirdi… Bir gün Arı Bisküvilerinin kapandığını duyduk, şaşırdık.. Zambo sakızı vardı, üzerinde arap kızı resimli kare ambalajında…
Benim babam, senin babanı mutlaka döverdi…
Her toplumsal olayı “Taksim Meydan’ında iki kişiyi salladırmak” suretiyle çözeceğini söyleyen toplum mühendislerimiz vardı her mahalle, otobüs ve trende..
İzmit’e bile buharlı tren ile gidilirdi… Hereke’de lokomotif yarım saat durarak su alır yolculuğa öyle devam edilirdi. Lokomotifin arka tarafında lebaleb dolu kömürlüğü vardı… Tren gelirken el sallardık, makinist amca da tam yanımızdan geçerken düdükle bizi selamlardı, biz ise düdüğün sesinden korkup havaya sıçrardık..
Sonunda birgün TV’de yarım saat necefli maşrapayı seyrettik ve kızıp Tekel Birası içtik kahverengi uzun şişesinden… Babamız bize kızmadı, hatta biranın yanında patates kızartmasının çok iyi gideceğini söyledi. Anladık, ne yazık ki artık çocukluğumuz bitmişti.


Arman Salepci