Korkutmayın...

Bayramları hiç sevememisimdir çocukluğumda...
Belki de şu anki antipatim de o zamanlardan kalma.. Ya da kurbanın kokusunu hiç sindirememişimdir içime..
Koca koca adamların zavallı hayvanları zorla yere yıkıp gırtlağına çökmesi..Hep aklıma (o zamanlar çok resimli roman okuduğumuz için) Dinozorlara ithaf edilen canlılar gelirdi aklıma..Hala oyle....
Bir de en kötüsü bir yıl once karşılaştığın aile efradından birinin sana bir yıl sonra yine aynı soruyu sorması: “Dersler nasıl??”. Yahu bir yıl boyunca nasıl tuttun kendini de arayıp da sormadın? Sana ne??
Zaten hiç bir zaman cok iyi olmayan derslerimi, annemin babamın yanında niye soruyorsun?..
Çocuklara sorulacak başka hiçbir soru yoktur.. Ben çocuklara derslerini sormamaya itina ederim.. Konu açılır da önüme gelirse ben de kıyısından köşesinden ısırırım tabii o da bir parça..
Aslında cocuklarla konuşmak o kadar eğlenceli geliyor ki bana, yeni bir şeyler öğreniyorsun, seni çok rahat şaşırtabiliyorlar. Muhabbet etmeyi deneyin; bizim gibi aptal değiller. Bayağı muhabbet edebiliyorlar sizinle. Ama tabii iletişim kanallarının tıkalı olduğu bir çocukluk geçirdik hepimiz.. Günlük magazin programlarını biraz izleseler, konuşabilmek için derya konu bulurlar, ya da bilgisayar hakkında hepsinin iyi kötü bilgisi var..
Hiç ailenizi aptalca kandırmaya çalıştınız mı?
Hani insan beceremez de batar ha batar..
Orta ikinci sınıftayım.. Zaten orta biri ilk dönem iki kırıkla, ikinci donem zor zahmet geçmişim... İnanılmaz bir performansla yedi tane kırık getirdim... Şoktayım ve eve gidecek dermanım karneyi daha almadan kesilmiş...
Aklıma(benim için) çok parlak bir fikir geldi.. Hemen, okulun karşısındaki bakkala gidip bir adet NACET marka(hiç unutmadım) jilet aldım.. Dolma kalemim vardı zaten... Ama nasıl bir halet-i ruhiye size anlatamam..
Fındıklı Orta Okulu'nda okuyordum. Hatırlar mısınız bilmem Cennet Bahçesi vardı Gümüşsuyu'nun hemen altında, biraz üstünde de ABD konsolosluğu vardı.. Onun bahçesine girdim kimse görmesin diye..
İki tane üçü sekiz yaptım, o kolaydı ama gel gelelim murekkep rengi uymamıştı, benimki daha koyuydu.. İkilerin altını jiletle kazıyınca karnenin yüzeyi pütür-pütür oldu...... Bir de mürekkeple sekiz yapmaya çalışınca, felaket geliyorum dedi sanki..
Ağzınız hiç kurudu mu?? Felaket bir şey, sanki tükürüğünüzü çekmişler ya da ağzınıza sünger sokup emdirmişler... işte öyle bir şey...
Velhasıl, eve gittim. Hayatımın en kısa günü sanki, zaman o kadar hızlı geçiyordu ki.. Eve gelince annem ve babamı bulamadım, ne kadar sevindiğimi hatırlamaya çalışıyorum.... Evet, sevinmişim. Ama kısa sürdü..
Babamın arabasının balataları öterdi... Hayatımın en iğrenç ötüşüyle girdi araba sokağa.. Eve girdiler, annem, karnen nasıl diye sordu. Harika diyiverdim, uzun uzun baktı karneye... Bu karne niye böyle dedi(haklı olarak).
Valla anne okulda karneleri dağıttılar, ben de baktım yedi tane kırık var, şaşırdım??
Hocaya soyledim, o da “Aaaaa yanlışlık olmuş, senin kırığın yokmuş, dur karneyi düzeltelim.” dedi.......dedim..
Rahmetli önce yemiş gözüktü...... Halam lise öğretmeniydi, ben tabii hiç yanlarına çıkmadım, neden sonra annem odanın kapısında belirdi, elinde karnem vardı ama şekli bayağı değişmişti... Bir külahı andırıyordu ve içinde annemin öfkesi vardı... Külahın birkaç defa kafama indiğini hatırlıyorum, o kadar.. Ama var ya!! İster inanın ister inanmayın ne kadar rahatlamıştım, annem çıktıktan sonra “oh bee” deyip kendimi yatağa attığımı hatırlıyorum. Yaklaşık iki ay, beni masalarına oturtmadılar, hep tek başıma yemek yedim... Daha sonraları ortam yumuşadı bir miktar. Ama kendimden o kadar nefret etmiştim ki, ikinci donem teşekkürle sınıfımı geçtim...
Bizim çocuklarımız, daha sınavı oldukları gün, kötü geçmişse okuldan geldiklerinde “Offf yine Hiçbir şey yapamadım mutlaka zayıf alırım.'' diyebiliyorlar, Ne güzel..
Bana o zamanlar sınavı sorduklarında verdiğim cevap hep şu olmuştu.. “bomba bomba........”
Demek ki hata yapmamaları için çocukları korkutmamak gerekiyormuş... Korkutmayın...


Gönderen : Sait Pekün