Sabahın erken bir saati. Cem Ceminay’ın radyo programına gideceğiz. Ben giyinirken kont Batu “Patron, bu ayakkabıları giysene” diyerek elinde rengi solmuş bir çift lacivert Converse’le çıktı geldi.
“Yahu, sen nereden buldun bunları, Batu” dedim. “Çok havalı olur giyelim bunları” dedi bir daha.
1989 yılında yani tam 20 yıl önce alınmış ayakkabılarıma bakakaldım. Özlemişim vallahi... Yatağın kenarına oturmuş, artık teki iyice kısalmış olan bağcıklardan birini düzeltirken “Batu”, dedim “biliyor musun? Ben bu ayakkabıyı aldığımda Sovyetler Birliği vardı. Berlin duvarı yıkılmamıştı, futbolda Doğu Alman Milli Takımı’ndan bahsedilirdi!” Batu güldü. “Ne gülüyorsun?” dedim. “Hatırlamaz mıyım patron, 10 yaşındaydım” dedi. Ben de “Yıkıl!” diye gürledim gözümü devirerek.
Gülerek aşağıya indi. Ayakkabılarımı bağlarken şöyle bir düşündüm de 1989 yılında üniversitenin bahçesinde ana binanın merdivenlerinde oturuyordum ve okulun yeşil parkalı son devrimcileri; “Arkadaşım! Ayağındaki bu ayakkabılarla bir çelik duvar gibi karşısında durmamız gereken kapitalist sistemin bir parçası olduğunun farkında mısın?” diye bozuk atıyordu bana.
Ve o tarihte Özal sonrası başlayan ithal hayatımızda Dior, YVL, IWC, Chanel falan filan çok uzaktılar bize...
Batu’yla radyo programından çıktıktan sonra iki lokma yemek yiyelim diye güzel bahçeli bir yere oturduk. 1989 yılı üzerine sohbetimiz devam ediyordu. “Yahu o tarihte Sezen Aksu’nun hangi şarkısı meşhurdu” tartışmamızı internet üzerinden kontrol ettik. “Gidiyorum, bütün aşklar yüreğimde” çıktı. Cumhurbaşkanımız rahmetli Turgut Özal iken, bugünkü Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan Beyoğlu Belediyesi başkan adayı olmuş. Oya ve Bora ikilisi “Ama üzülme, yine süzülme, çünkü sen bir tanesin”i söylerken Grup Pan “Bana Bana” adlı şarkılarıyla 5 puan alarak Eurovizyon’da bizi 21’inciliğe sabitlemişler. (Hadise daha o zaman 4 yaşındaymış.)
Ve o yılın en çok izlenen filmleri içinde Küçük Ceylan’ın “Hep Ezildim, Hep Ezildim” adlı filmi varmış ama o yıllarda sinema açısından şanslı dönemlerdeymişiz. Karılar Koğuşu, Uçurtmayı Vurmasınlar gibi çok önemli filmler de o yıl yapılmış. Huysuz Virjin o zaman da bugünden farksız, taş gibiymiş. Ertuğrul Özkök, Stalin Baroku isimli kitabını yayınlamış. Madonna ise “Like A Player” isimli albümünü.
Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın ölümüne ve cenazesinde iyi arkadaşı o tarihin Almanya Başbakanı Helmut Kohl’un bir çocuk gibi ağlamasına daha yedi yıl varmış. (Hiç gözümün önünden gitmez o cenaze töreni. Kohl’ün gözyaşları bütün dünyayı şaşırtmıştı. Hatırlıyor musunuz?)
Bir ayakkabı alıp götürdü bizi. Kaç hayat, kaç katman, kaç değişim görmüş... Kimler gelmiş, hayatımızdan kimler geçmiş.
Ayakkabıları çıkardım ayağımdan. Çok eski bir aile yadigârı gibi kutusuna koydum. Kıyamadım onca yılıma. Ayakkabıları severek kutunun kapağını kapatırken büyüdüm sanmanın ne büyük yanılgı olduğunu düşündüm... Aynı yollardan geçer miyim yine? Büyük ihtimalle evet... Aynı tümseklere takılır, aynı çamurlara batar mıyım? Büyük ihtimalle buna da evet...
Ayakkabılarım ve ben... Uzun ince bir yoldayız... Gidiyoruz gündüz gece..
İclal Aydın