O günlere dönmek istiyor musunuz?

Eskiden yaptığın, şimdi ayıp kaçacak bir şeyi şimdi denesene. Ne olur? Rezil mi olursun? Olan o olsun. Gençleşirsin ama. Bir kereliğine...Arabasına yaslanmış, sükûnet içinde sodasını içen, hafifçe de hayattan bezmiş bir vaziyette genç adam ekranda görünür. O esnada oradan geçmekte olan bir her dem neşe adam, belli ki bir eski arkadaş seslenir:"Hey! Beni hatırlamadın mı?"Dalından koparılmış ham meyve, bıkkın adam, hatırlar, hatıralar ekranda canlanır:80'lerin estetik felaketi saçlarıyla iki arkadaş motosikleti çalıştıramamaktadır.
Ardından başka bir gençlik hatırası daha geliverir. Bu kez otostop yapmaktadırlar ve kamyonet onları almadan kaçmaktadır. Başka bir anıda iki manyak olarak karşı takımın holiganlarına meydan okuyup sonra topuklayıp kaçmaktadırlar. Hemen arkasından kimsenin onlarla ilgilenmediği bir partide sıkılmaktadırlar. Ve falan ve filan...
Rezillik yani, bildiğiniz gençlik rezillikleri... Genç bezgin, hatırlar ve arabasına atlayıp acilen karşılaşma noktasından sıvışır. Reklam sesi sorar:"O günlere dönmek istediğinizden emin misiniz?"Gençlikten uzaklaşma. Demeye getiriyor ki, "Artık o gençlik geride kaldı cicim! Artık arabanda, 'koca adam' kılığında, ikinci viteste ilerlemelisin. Bundan böyle delibaş hadiselere girişmek için yavrucuğum, rezil olmak için şekerim, sen fazla 'yetişkinsin'!"
Bunu bir araba reklamı söylüyor bugünlerde televizyonda. Reklamlar, "belli bir yaştan" sonra artık "prezentabl" arkadaşlara ihtiyacımız olduğunu, yaş haddinden dolayı bu arkadaşın da şık bir araba olduğunu söylüyor.
Ne yani, otuzunu geçince insanın beraber serseriliğe çıkacağı bir arkadaşı arabası mı kalıyor? Ya da arabası olmayanlar, gençliğinden yayan mı uzaklaşıyor?
Ben yaşlarda bir dostumla izliyordum söz konusu reklamı. "Dönmek istediğinizden emin misiniz?" sorusu sorulunca derhal yapıştırdı cevabı: "Evet! Eminim!" Zira giderek babasına benzemiş, otuzuna girerken, henüz bilinmeyen bir anda "eve ekmek getiren adam" kapısından girivermiş, zorunlu güzergâhta ilerlemekteydi.
Yılının toplam onbeş gününü "yaşamaya" ayırıyor ve fakat, kıymetinden nerelere koyacağını bilemediği o günlerde de ne yapacağını geri kalan onbir ay ve onbeş gününde planlıyordu. Rezillik, tatilde bile olamazdı, çünkü iş ilişkisi içinde olduğu birileri orada burada karşısına çıkabilirdi. Sarhoş olup parkta yatmak, bekçi tarafından kovalanmak yoktu. Dans ederken tuhaf hareketler yapmak zinhar!
Biraz "olması gereken"in dışına çıkınca da zaten eşinin hizaya getiren bakışlarıyla derhal sus pus oluyor, herhangi bir serseriliği en iyi ihtimalle teğet geçiyordu. Niye peki?
Araba ve ev taksitlerine göre yaşanıyor, giderek tıpkı babası gibi tek eğlencesi yemek yiyip rakı içmek oluyordu. Komik duruma düşme ihtimalini, yaratabilecek herhangi bir girişimde bulunulmuyor, eve gelince kravatı Kuntakinte'nin zincirleri çıkarması gibi dramatik söküyordu boğazından. En sevdiği kitap "Tutunamayanlar" olan bir adam, giderek eti tutunduğu yere kaynayacak kadar "tutunuyordu". Niye peki?
Çünkü benim bu sevgili arkadaşım, otuzun ortasına doğru durdurulamaz bir biçimde ilerliyordu. Sırf bu yüzden "büyüklerin" yapması gereken şeyleri yapıyor artık, "küçükken" yaptığı hiçbir şeyi de yapmıyor. En son geçenlerde "Makber"i söyler gibi başladı bir cümleye:"Artık hayat budur abicim!"Cümleyi, "Dönülmez akşamın ufkundayız" kararlılığıyla bitirdi:"Başka bir numarası yok yani!
"Hayat! Numaran bu mu?
Her bakkala girdiğimde eğer yanımda bir çocuk varsa ve elindeki parayı sakız ve çikolataya denkleştirmeye çalışıyorsa "Büyümek ne güzel!" diye düşünüyorum, "Kimseye sormadan çikolata alabilirim!" Büyümekten dolayı neşelendiğim tek an da budur, daha başka türlü de bir iyiliğini görmedim. Ama hayatın da bir numarası olmalı herhalde. Bu kadar insan hâlâ doğup yaşadığına göre... Biz kendi kendimizi ihtiyarlatıyoruz bana sorarsanız.
Kendimizin bile kendimizden beklemediği şeyleri yapsak oysa... Olmadık birine âşık olsak; olmadık yerde gülsek; olmadık yerde olmadık yüzlerimizi göstersek... Ne olur? Bir kerecik bile olsa.
En fazla fiyakalı arabalarında bir başına bıkkınlaşan "yetişkinlerden" biri olmayız. Olan o olur yani. "Hatırladım ulen!" desen oysa, aksan yine manyak âlemlere... Ne olur? Rezil olursun. Olan o olur. Yaşın geri gittiği anlar olabilir oysa. Dışarıdan biraz komik görünür. Olan o olur. Ama hayatın numarası da herhalde bize çektiği numara, yaptığı güzellik de bu olur.
Bir kere sen de denesene! Eskiden yaptığın, artık ayıp olan bir şeyi...
Bir kerecik!

Ece Temelkuran / Milliyet