20. yüzyıl işte şimdi sahiden sona erdi!















Cuma sabahı saat 01.30. Telefon çalıyor: “Michael Jackson ölmüş!” Bir David Lynch filmi fantezisi gibi. Az sonra uyanacağım, hepsi rüya çıkacak...

Televizyonun karşısında uykulu gözlerle CNN’e bakıyorum. UCLA Medical Center’ın kapısının önüne hayranlar toplanmaya başlamış. Michael Jackson hakikaten ölmüş.
“İşte 20. yüzyıl şimdi bitti!” diyorum kendi kendime...
2000’de falan değil. Şimdi bitti. Bundan sonra 2012’de kıyamet de kopar, her şey olur.
İlk aklıma gelen, bir dönemin bittiği.
Hangi dönem başladı emin değilim ama bir dönem sona erdi.
Michael Jackson’ın ölümü sanki iki yüzyıl arasındaki bağı kopardı.80’lerin en büyük simgelerinden biridir kendisi. Madonna da var, biliyorum ama o 21’inci yüzyıla çoktan geçti. Büyüdü, başka biri oldu. Yetişkin oldu.
Daha normal bir hayat sürdü. Yeni çağa uyum sağladı.
Michael öyle değil. O hep 80’lerin, hep çocukluğumuzun Michael’ı.
90’lardaki halini de çok benimsemeyişimiz bundan.

1979’daki “Off the Wall”u severim. “Benim” dediğim ilk albüm ise “Thriller”dır.
Baktım televizyonda herkes son döneminden bahsediyor. Müslüman mı oldu, Yehova şahidi olarak mı öldü? Kardeşim Michael Jackson ölmüş, siz neden bahsediyorsunuz...
Açtım arşivimi. 1983’e ışınlandım. Rolling Stone 17 Şubat. Enfes bir röportaj.
San Fernando Vadisi, Neverland tesislerinden manzaralar. Sorun o zamandan belli.
Doğru dürüst okula bile gitmemiş, babasının 4 yaşından ölene kadar çalışmaya zorladığı, baskı altında tuttuğu, ne çocukluğunu ne de gençliğini yaşayabilmiş birinden söz ediyoruz.
Hiçbir zaman doğru dürüst bir arkadaşı, sırdaşı, sevgilisi, çoluğu çocuğu ya da ailesi olmamış biri.
Dönem dönem bunların hepsine sahipmiş gibi görünse de, aslında durumu kameralar önünde Lisa Marie Presley’i zorla ve olabilecek en sakil şekilde öptüğü andaki kadar içler acısı biri...
9 yaşında bir çocuğun en yakın arkadaşı ve sırdaşı, 25 yaşındaki Diana Ross ise normallikten söz edemeyiz.
Michael, Rolling Stone’a sağlıklı yemekler yapan bir restoranda yediğini söylüyor. Yıl 1983. Daha o zamanlardan takıntılı sağlıklı yaşama. Ve o zamandan arızalı:
“Hayatımın olabilecek her anında birileri beni taciz ediyor” diyor.
Nereye gitse ona dokunmak, onunla konuşmak istiyorlar. Kaçamayacağını, saklanamayacağını biliyor.
“Bu tam zamanlı bir iş ve ışıklar sönünce eve gidip kafanı dinleyemiyorsun. Bu canımı acıtıyor” diyor. Hep de acıtacak...
Sonuçta 24 yaşında, “Thriller” dünyayı yerinden oynatırken malikanesinin bahçesinde korsancılık falan oynayan, Disney oyuncaklarını eve gelen muhabirlere gururla gösteren bir adam.
Jackson kardeşler bu röportajın yapıldığı 1983 yılına kadar toplamda 100 milyondan fazla albüm satmış. Michael’ın hayatının zirve dönemi.
Sonra düşüş başlıyor. Önce yavaş, sonra hızlı.
Michael Jackson yavaş ama emin adımlarla, önlenemez bir şekilde kendi kendinin karikatürü haline geldi.
Hep “Thriller” döneminde kalmayı istedi. Hep o kadar zirvede olmayı hayal etti.
Her yeni albümde o döneme dönme arzusu ve her seferinde yeni bir hayal kırıklığı.
Televizyon hâlâ açık.
Londra’da vereceği konserler mi yoksa çevresindeki kan emiciler mi onu mahvetti?
Vücudu 50 konserlik seriyi kaldıracak durumda değildi. Neticede 50 yaşında bir adam bu. Dünyanın ilacını kullanıyor. Üstelik başarısızlık takıntısı var. Ve sahnede dans etmesini, ay yürüyüşü yapmasını bekliyor ondan dünya.
E kaldırmadı vücudu.
“Çocukluğunu yaşayamayan biri olarak yaşlılığında çocuk gibiydi ve çocuk gibi öldü” diyor Rolling Stone’dan Anthony DeCurtis.
Michael Jackson’ın ölümü sembolik olarak İkiz Kuleler’in yıkılmasından daha büyük bir travma benim için...
Açtığı yara daha büyük.
O gece bizim kuşak ayaktaydı.
Sabaha kadar mesajlar, telefonlar...
Bir yakınınızı kaybedince büyürsünüz.
Biz artık büyüdük. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Mehmet Tez