Çocukluğumuz bitti
















Okul bahçesinde ‘melekçilik’ oynayan bir kuşağın mensubuyum ben. “Sen Jill ol, ben Kelly, o da Sabrina” şeklinde rol dağılımı yapılır, hayali Charlie’lerden zorlu görevler alınıp maceralara atılınır.
Tekerlemelerimiz bile vardı “Charlie’nin melekleri, kısa kısa etekleri” diye... Yalnız 29 bölüm oynadı Farrah Fawcett “Charlie’nin Melekleri”nde. Ama hayatının geri kalanını Ryan O’Neill ile yaşadığı “Aşk Hikayesi” ve pek ses getirmeyen filmlerle geçirmiş olsa da dizinin en unutulmaz meleği olarak kaldı.
Ve hayatının aşkıyla evleneceği haberlerinin üzerinden bir hafta bile geçmeden, 25 Haziran 2009’da uçup gitti bu dünyadan.

Lanetli tarih
Gelgelelim o tarih aynı kuşağa hayli okkalı bir darbe daha vurdu, ‘Meleğin göçünü’ da unutturdu maalesef. Hiç ölmez sandıklarımızdan, çok bize ait bir stardı Michael Jackson. Annelerimizin Elvis Presley’i vardı, bizim Jacko’muz.
Benim, kendi kendime keşfettiğim, duvarlarıma posterlerini astığım, üstüme başıma rozetlerini iliştirdiğim ilk ve tek isimdi. John Landis’in çektiği “Thriller” izleye izleye bozduğum başucu eserimdi. Onun ‘ay yürüyüşü’nü taklit etmek bir numaralı popülarite sebebiydi aramızda. “Billie Jean”i, “Beat It”i, “Libarian Girl”ü, “Dirty Diana”yı, “Bad”i ve daha nicelerini çok sevdik...
Ne fena ki biz ona bayıldıkça onun kendisiyle derdi bitmedi. Nicedir bakmaya içimin elvermediği bir yüzü vardı Michael Jackson’ın artık. O ışıltılı gülüşünden de, boncuk boncuk kara gözlerinden de eser yoktu.
Küçücük yaşında, beş kardeş arasında hemen fark edilen star ışığı kalmıştı bir tek. Onu da aldı gitti. Mehmet Tez’in Milliyet Pazar ekinde yazdığı gibi “20. yüzyıl asıl şimdi bitti.”

Asu Maro